Yalansız olmaz mı?
İlgi çekmek ve popüler olmak adına milletin damarlarına basmak, ne yazık ki ülkemizde bir moda. Dini olsun resmi olsun özel gün ve aylarda, bazıları bu damarlara bilerek basmak için harekete geçiyor.
Ortaya bir laf atıldı mı, gelsin gerisi. Kavga kıyamet gırla gidiyor.
Sosyal medya çıktı çıkalı kavgalar bile bir başka havada.
Yüz yüze “Nasılsın?” diye soramayacak kişiler, sosyal medyada pervasızca saldırabiliyor. Hatta alanınızda uzman olmanız bile, sizi sosyal medya üzerinden dayak yemekten kurtaramayabiliyor.
Bir de kendini bu ülkenin değil de başka memleketlerin çocuğu imiş gibi gören, eğitimli ve unvan sahibi insanların ortaya atılmaları var ki, insan bir “yuh” çekmeden edemiyor.
Bunların en pervasızları yurt dışında yaşayanları. Bazı kişiler, Alamanya’lardan, Amerika’lardan vs. buraların konforuna sığınıp, bulundukları yerden sallayıp duruyorlar. Yurdum insanı durur mu? Onlar da anında karşı saldırıya geçiyor. Biri burada olmamanın konforuna diğeri burada çoğunlukta olmanın konforuna yaslanarak gönül eğliyor!.. Peki, olan kime oluyor? Elbette, buralarda azınlıkta kalanlara…
Geçenlerde, Ramazan münasebeti ile önemsediğim bir isim sosyal medya hesaplarından bir şeyler paylaştı. Maksat nedir? Bilemedim. Ancak, paylaşımındaki kesin ifadelerle sanki kendisini bilmem kaçıncı Papa ilan etmiş gibi Türkiye’deki binlerce insan adına ahkâm kesiyordu. Böyle olunca da hakaret ve saldırılar da gecikmedi. Elinde akıllı telefonu olan herkes, sosyal medyada canhıraş tuşlara basmaya başladı. Arkadaş popülaritesini arttırdı arttırmasına da(?), bu anlamsız kavgadan kimler etkilendi? Sanırım hiç umurunda olmadı.
Aslında konu çok da önemli değil. Elbette önemli, ancak, konuyu yazıp özü kaçırmayalım diye, yazmıyorum.
Ülkemizde tuhaf bir hal var. Geleneksel kabullerin dışındaki her görüş, şiddetle saldırıya uğruyor ve çoğunluk kendi düşüncesini tek doğru olarak görüyor-dayatıyor. “Tek doğru bizimki” anlayışı hakim olunca da, gerisi bidat, sapkın, yanlış, bozgunculuk vs olarak nitelendiriliyor.
Ramazan geldi, ağızlarımızı mühürledik ama tuşlara basan parmaklarımızı mühürlemek, nedense bazılarımızın aklına hiç gelmiyor. Günahı herkesin kendi boynuna, ancak öyle demeyle bu günahların zararı örtülmüş olmuyor.
En üzüldüğüm şey ise, en fazla 3-5 dakikalık bir internet araştırması ile doğrusunu öğrenebileceğimiz konularda önümüze konanlara inanabilmemiz. Biri bir kuyuya taş atıyor, ülkece çıkarmaya çalışıyoruz. Çıkar, çıkarabilirsen!..
Yıllarca gazetecilik yapmış, kanal kanal gezip halkı aydınlatmış duayen isimlerin paylaşımlarına, konuşmalarına bakıyorum da, köyümüzdeki Dikme Haydar emmi bile bu kadarını yapmazdı diye düşünüyorum. Dikme Haydar emmi, boyundan büyük laf etmez, yanlış yaptığında da hatasının arkasında inatla durmazdı.
Hatırlayanlar vardır, bir ara gazeteler çarşaf çarşaf Cumhuriyet’in ilk yılları ile ilgili belgeler yayınlıyordu. Muarızlar, birbirlerini zor duruma düşüreceğine inandıkları bu sahte belgeleri manşetlere taşıyordu.
Azıcık tarih bilen, belgelerin dilinden anlayan ve Türkçe bilen biri, bu belgelere bir iki bakma ile sahte olduğunu kolayca anlayabilirdi. Ancak, gelin görün ki sahte belgelere herkes inanıyor, kayıtlı kuyutlu gerçek belgeler gösterildiğinde ise burun kıvırıyordu.
Sahi biz onca yıllık okul eğitimini niye alıyoruz? Din, ahlak derken neden bahsediyoruz?
Neyse, Ramazan Ramazan daha fazla kafa kırmayalım. Ne demiş atalar “Su akar yatağını bulur.”
Ramazan’ın ağzımızı mühürlediği gibi, kötü hasletlerimizi de mühürlemesi dileğiyle, cümlemize selam olsun.














