Vebali kimin boynuna?!..
Türkiye’de maalesef hayat hiçbir zaman doğallığında akmaz, akamaz!
Bu Osmanlıdan beri böyledir. Geçmişin şaşasına bakarak sanmayın ki o günler herkes için çok da güzeldi. Bugün enflasyonun altında ezilen, çocukları memleket uğruna hayatlarını verenlerin dedeleri de benzer şartlarda daha zor hayatlar yaşıyordu.
Ama bizim bozuk, çarpık dediğimiz eğitim sistemi bizi öyle bir formatlıyor ki hepimiz kendimizi paşa torunu sanacak derecede Osmanlı ve de Cumhuriyeti kuran kadronun asil askerleri sanıyoruz. Bir iki haftaya Cumhuriyet Bayramımız var ve birbirinin rakibi imiş görünen bu iki damar sosyal medya üzerinden amansızca çarpışacak.
Birileri coşacak, birileri hasta olacak, birileri de saçmalayacak ama hiç kimse aslında ne aşamadıyızı sormayacak. Boş yere birbirimizi gereceğiz.
Türkiye’de insanlar gerçeklerden kopuk yaşadığı için asıl sorunlarımız hiç düzelmiyor. Çok şaşırdığımız şeylere de aslında kimse şaşırmıyor, sadece şaşırırmış gibi yapıyoruz. Gözümüzün önünde pek çok cinayet (burada cinayet derken hata-yanlışları kastediyorum) adım adım hazırlanırken ve bizler de buna şahitken, bir adım atsak belki durdurulabilecekken hiçbir şey yapmadan tv başında film izler gibi izliyoruz.
Öyle çetrefilli konulara girmeyeceğim. Devlet’in elini nereye, neden ve şimdi uzattığını da pek düşünmek istemiyorum çünkü bizler birilerinin bu tür konularda bizim yerimize düşünmesine meftunuz.
***
Milyonlarca gencin ellerine hiçbir işe yaramayacak diplomalar tutuşturulurken koca koca rektörler, hocalar nasıl sus pus oturup bu cinayete ortak olmuşsa, halk da bu çarpıklığa ses etmeyerek ortak olmuştur. Peki, konu çocuklarımızken neden sustuk?
Bu cinayetin bir faydası mı var? Sanırım bizde bazı cinayetlerin sonu iyi bitiyor. Hayat normal işlese hiçbir baltaya sap olamayacak, bir diplomaya sahip olamayacak pek çoğumuz bu çarpıklık sayesinde bir yerlere gelebiliyor. Düşünsenize iki lafı bir araya getiremeyen, milliyetçiliği kimseye bırakmayan ama her nasılsa Türkçeyi anadili Türkçe olmayan birisinden bile daha kötü konuşanlar bu ülkede hoca olabiliyor, rektör olabiliyor hatta parti genel başkan yardımcısı, sözcüsü bile olabiliyor!..
Hoş, gerçek cinayetlerde bile masum ilan edilebiliyorsunuz!..
Yıllar önce bir öğrencimin babası orta dereceli zihinsel engelli çocuğu için “Hocam bu çocuk ileride bir yerlere müdür olacak. Siz bizi küçümsemeyin!” demişti. Asla o çocuğu küçümsemedim ama babanın sözündeki gerçeklik ihtimali beni ürkütmüştü. Çünkü bu dediğinin olma ihtimali vardı ve oldu da…
Suç o öğrencimde değil elbette…
Geçen hafta, İbrahim Kiraz “Anadolu irfanı diye bir şey yok mu?” diye sormuştu. İrfan belki de budur. Bu topraklarda asırlardır olmayacak şeyleri olduracak bir güç var birilerinde.
Başta dedim ya dünün marabaları ve kulları olan bizler damarlarımıza zerk edilen kimliklerle öyle kendimizi kaybediyoruz ki bazen dün olan bitenleri anlamaktan bile aciziz. Tırnağımızı biraz derin kestiğimizde canı yanan bizler, dün devletin hoyratlıklarına itiraz eden dedelerimizi değil de dedelerimizi ezenlerin arkasında hizaya geçip onlarla beraber vuruyoruz.
Geçen haftaki yazımdaki bir olay için İç Anadolu kırsalının aç biilaç bir köyünden nasiple kurtulup, bir köşe kapmış bir arkadaş “Hoca, Şahkulu isyanını meşrulaştıramazsın, bla bla” diyordu büyük laflar ederek.
Ne komik bu ve pek çok arkadaşım harf inkılâbına veryansın ederek “Dedelerimizin mezar taşlarını okumaktan aciz bırakıldık!” derken bir gün kendilerinden köylerindeki mezar taşlarının resmini çekmelerini istemiştim.
Tabi hemen hiç birinin dedelerinin mezar taşlarında okunacak tek bir satır bile yazı yoktu. Dikili bir taş varsa ne mutlu.
Hey gidi paşa çocuğu arkadaşım! Senin deden de onun dedesi de düzeni besleyebilmek için ömür çürüttü. Devlet vergi salmak ve askere almak dışında pek de hal hatır sormadı. Hayat zaman zaman doğal akışında sürdüğünde de hepimizin dedelerinin içlerine düştükleri cendereden az çok çıkma şansları oldu.
Bugün gençlerimizin büyük bir kısmının yukarıdaki öğrencim kadar şansının olmaması hayatın doğal akışına ters bir durum ama maalesef halimiz bu. Peki, çözüm var mı?
Geçen yıl polislik sınavına giren (ailesi ve çevresi iktidara oldukça yakın) bir genç “Hocam, hakkımla gireyim dedim ama yine olmadı” demişti. Aynı genç bu yıl “Beni de mecbur bıraktılar, yapacak bir şeyim kalmadı!” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
Vebali kimin boynuna?!..