Ticaret-Töre-Hukuk
Güçlü ordulara ve silahlara sahip olmak bazen liderleri yanıltabilir, tarih bunun örnekleri ile dolu. Napolyon için anlatılır. Savaşın kaybedildiğini gören Napolyon komutanlarına nedenini sorduğunda “Efendim bir çok sebep var” diyerek saymaya başladıklarında “barut yok” sözünü duyunca “kafidir” diyerek mazaretlerin sayımını durdurur.
Barut olmayınca savaşın devamı söz konusu olamazdı zaten! Güçlü bir ordunun varlığı da zengin bir halktan geçiyor. Ya halkınız zengin olacak ya da zenginlik size bir yerden akacak aksi takdirde gücünüzün devamı mümkün değil.
Asya’nın bozkır imparatorlukları bile bu bilinçle yağmadan çok İpek ve Kürk yollarının kontrolünü ellerinde tutmaya çalışmışlar çünkü bu yolları kontrol etmek demek refaha ulaşmanın dolayısıyla güçlü ordulara sahip olmanın en sağlıklı ve kalıcı yolu olduğunu görmüşler. Tabi bir de hukukun varlığı…
Adalet sisteminin güvenilir şekilde çalışmadığı hiçbir topraktan ticaret doğal yollardan akmamıştır.
Ticaretin sürekliliği zenginliğin kaynağı olduğu için bu ahengin bozulması ya da bozacak her türlü hareket çok ciddi sonuçlar doğururken devletlerin de çöküşünü hızlandırmış.
Savaşlara rağmen sıradan insanın pek anlayamadığı şekilde devletlerarası ticaret hep devam etmiştir.
Serbestiyet dediğim gibi zenginliğin ana kaynağı ama modern çağla birlikte serbestiyet düşmanlığı dünyanın her yerine yayıldı ve fakirliğin sebebi görüldü. Liberalizmin doğup büyüdüğü Batı’da bile durum böyle.
Liberalizm her ne kadar modern bir ideoloji olsa da liberalizmin ekonomik boyutu olan kapitalizm ilk çağlardan beri var. Ticaret üzerindeki sınırlar ve bariyerler ne kadar az ise o bölgelerde halk daha zengin ve devletler de görece daha müreffeh bir düzeyde olmuş.
Ticaret ile düşmanlığı ayırmayı bilenler de varlıklarını devam ettirmeyi başarmıştır.
Yabancı-öteki düşmanlığı kısa vadede iç politikada her dönem kazandıran bir araç ama uzun vadede fakirliğin giderek yayılması ve orta sınıfın yok olmasına yol açtığı için iktidarların-hanedanların sonunu getirmiştir.
Türk töresi dediğimiz şeyde aslında kabaca budur. Türklerde bireyden ziyade boy-aşiret yapısı egemendi ve bu nedenle de boyların aşiretlerin hanedana bağlılığı hayat standartları ile doğru orantılı idi.
Boyların devletten beklentisini güvenlik-zenginlik-adalet-rütbe olarak kabaca betimleyebiliriz. Bir hanedan bu gereklilikleri yerine getirebildiği ve dengede tutabildiği sürece kut sahibi olarak başta kalırdı. Ne vakit artık bunları sağlamakta ve denge kurmakta zafiyet gösterir kut da onları terk ederdi.
Aslında terk eden kim?
Tanrısal bir irade mi yoksa boyların iradesi mi?
Zaman zaman şu minval şeyler duyarız, Türkleri Çinlilere benzemek bozdu. Aslında burada Çinlilere benzemek yaşamdan ziyade sistemin beklentilerinin ve boylarla, toplumla ilişkisinin değişmesidir.
Hunlara kadar gitmeye gerek yok; Selçuklu-Rum Selçukluları-Osmanlılar bu üç idare zamanındaki bazı başkaldırı hareketleri çok ciddi şekilde birbirine benzer.
Büyük Oğuz İsyanı, Babailer İsyanı ve Osmanlı dönemindeki Şahkulu ve ardıllarının isyanlarının hepsi hemen hemen aynı sosyo-kültürel-ekonomik kodlara sahiptir.
Kendisini devletin kurucu asli unsuru sayan kitlelerin kendilerinin merkezden giderek uzaklaştırıldıklarını hissetmeleri ve paylarına düşenin azaldığını görmeleri onları sert bir şekilde muhalefete itmiştir. Dünün muhalefeti silahla olduğu için biz bunlara isyan diyoruz. Kazansalardı ve iktidarı değiştirebilselerdi biz bunlardan herhalde isyan diye bahsetmeyecektik.
Bugün için demokrasi bize bu tür değişikliklerin kanlı bir şekilde olmasını engelleme açısından oldukça hayırhah bir sistem sunuyor ama bizim bu nimeti çok da anladığımız söylenemez.
O yüzdendir ki; suçun asıl sahiplerine bakmak yerine nerede azılı bir suçlu görsek “idam isterük” histerisine kapılıyoruz.
İdam istemeye istiyoruz da bu idamlık suçları işleyenlerin ortada dört dönmesine yol açanlara nedense bir çift söz söyleyemiyoruz!
Bizim asıl bunu düşünmemiz gerekmez mi?
Düşünmek bize hep zor gelmiştir, şimdilerde de aklı başında boy beylerimiz yok ki bizim için düşünsünler!..
Gizli ajandalı beylerimizden de ya darbeci ya Fetöcü çıkıyor maalesef…