Gençler üniversiteli çaycılar Somalili!..
Türkiye elindeki potansiyeli pek çok konuda doğru ve akıllı kullanmakta ciddi sorunlar yaşıyor. Siyaset sorun çözmekten çok güç devşirmek için kullanıldığından siyaset ve siyasiler de ana problemleri çözmekten daha çok günü kurtarma derdinde.
Özellikle İstanbul ve büyükşehirlerdeki belediye başkanlığı mücadelesinin altında da maalesef bu çarpık ilişki var. Kimin daha iyi hizmet üreteceği değil de o devasa kaynakları kimin kullanacağı daha önemli.
Türkiye’deki pek çok sektör SOS veriyor çünkü çok ciddi bir kalifiye eleman sorunumuz var. Nispeten genç bir nüfusa sahibiz ama işsizlik ve kalifiyesizlikte de zirvedeyiz. Kağıt üstünde Almanya’yı kıskandıracak istatistiklere sahibiz ama gelin görün ki işin gerçeği hiç de öyle değil!..
12 yıllık zorunlu eğitim dayatması gençleri hayatın gerçeklerinden uzaklaştırırken aileleri de çaresiz bırakıyor. Çünkü, kurduğumuz çarpık sistemde mezun öğrencilerin neredeyse tamamına yakını bir şekilde üniversiteye devam ediyor. Aile desteği, devlet ve kurumların verdiği az-çok burslarla gençler bir süre daha gerçek hayatın dışında kalıyor.
Sonrasını maalesef kimse düşünmüyor amaç sadece günü kurtarmak…
Mobilya sektöründe çalışacak eleman yok, sanayide yok, inşaatta yok, tarlada yok. Yok!..
Ama üniversiteler tıka basa dolu.
Nüfusu 5-10 bini geçmeyen köyden bozma kasabalarda bile bin küsur öğrenci var.
Eskişehir’in nüfusu 1 milyonu geçmiyor ama Eskişehir’deki üniversitelere açıktan okuyanlarla beraber kayıtlı öğrenci sayısı 3 milyondan fazla. Öğrencileri çeksek Eskişehir ekonomisi tarumar olur. Pek çok şehir ve kasaba da bu durumda; öğrenciye dayalı sahte bir ekonomi!!!
Bu sürdürülebilir mi?
Bu yıl üniversitelere kayıtlı 7 milyon 81 bin 289 gencimiz var. Bunların 1 milyon 694 bin 393’ü açık öğretim ve uzaktan öğretim öğrencisi iken geri kalan 5 milyon 386 bin 896’sı ise bil fiil yüksekokul ve fakültelere gidiyor.
Bu devasa popülasyonun 409 bin 559’u yüksek lisans, 108 bin 933’ü doktora yapıyor.
Sadece geçen sene yeni kayıt 1 milyon 947 bin 627. Bu gençler 2 yıldan az olmamak üzere sistemimizde GİZLİ İŞSİZ olarak saklanacak.
Geçenlerde lastik tamiri için gittiğim dükkanda çalışan çırak bir mülteci, arabamı boyatmak için gittiğim dükkandaki çırak ve kalfalar mülteci, inşaattaki usta ve amelelerin bir kısmı mülteci, köyümdeki çoban bir mülteci, çayımızı, fındığımızı, tütünümüzü vs. toplayan mülteci, mobilya sitelerinde çalışan elemanların ezici çoğunluğu mülteci…
Bir dönem bu işleri Kürtler yaptığı için aşağılıyorduk şimdi mültecileri aşağılıyoruz.
Peki, bizim insanımız nerede?
Yukarıdaki rakamlar nerede olduklarını aslında gösteriyor.
Nasıl bir anlayışa kapıldı isek herkes elini sıcak sudan soğuk suya koymadan masa başında oturacağı altına araba çekileceği bir iş hayali kuruyor.
Biz çektik çocuklarımız çekmesin anlayışının bizi getirdiği nokta.
Gerçekler ortada iken hep birlikte yabancı düşmanlığı yapıyoruz. Somalileri sınır dışı etmek, Suriyelileri kovmak, Afganları atmak hayali kuruyoruz. Bu insanların beğenelim beğenmeyelim ekonomimize katkısını görmezden geliyoruz.
Pek çok işi biz yapmak istemediğimiz için bu insanlar yapıyor ve son bir söz de devletin göz yumması sayesinde bu insanların sırtından zenginleşen kompradorlara: “Siz de insan gibi çıkıp hem bu insanların hakkını verin hem de neden bu insanların çalıştığını insan gibi halka açıklayın. Bir yanda milliyetçilik kasıp öbür tarafta bu insanların kanını emmeyin.”
Ankara’da Suriye’li ailenin evi ateşe verilirken susan Ankara esnafı ertesi gün makineleri çalıştıramayıp, paraların uçtuğunu görünce kapı kapı dolaşıp o insanları işe geri dönmeleri için nasıl ikna etmeye çalıştığını bilen biliyor ama kamuoyuna açıklamaya geldi mi yoklar.
Biz bir Almanya değiliz ama maalesef pek çok sektörde küçümsediğimiz-kaçındığımız işler için bu insanlara ihtiyacımız var. Dahası bu insanların tümü vasıfsız ve sermayesiz de değil. Durum buysa, düşmanlığı körüklemek yerine onların uyumunu sağlayacak sosyal ve hukuki adımları doğru düzgün atmamız lazım.
Siyaset de bunu besliyor maalesef. Ak Parti memur düşmanı olarak çıktığı yolda Türkiye tarihinde görülmemiş ölçekte bir nüfusu devlette istihdam ederken bir yandan da sosyal yardımlarla milyonları devlete bağımlı hale getirdi.
Yanlış politikaların geldiği noktanın en acı örneği “atanamamış öğretmen adayları problemi”.
İş öylesine içinden çıkılmaz bir halde ki muhalefet bile yarın iktidar olsa yapamayacağı vaatleri bu adaylara satma derdinde.
Hâlbuki yapılacak belli; onlarca fakülte ve bölümün kapısına kilit vurulmalı ama bunu yapma cesareti gösterecek var mı ya da halktan böyle bir talep? Yok!..
Suyun başını erken kesmek için yapılacak belli, işi çocuklarımızı yarış atı gibi hazırladığımız LGS sınavını formatlayarak çözebiliriz. Sayın Milli Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin hiçbir şey yapamıyorsa bile bunu yapsa tarihe geçer. Bu sınavı akademik değerlendirme sınavına çevirelim ve bu sınavdan yeterlilik alamayan öğrencilerin mesleki eğitime devamını zorunlu kılalım ki kendimiz ve nesillerimiz için “Türkiye Yüzyılı” iddiasına sağlam bir zemin kazandıralım.