Sahi aslında buzdolabı değil miydi o?
Cumhurbaşkanı Erdoğan son açıklamalarında sürekli aynı vurguyu yapıyor.
“Piyasadaki hareketliliğine bakıyorum gayet iyi. Herkesin altında arabası var.”
Bu açıklama sık sık tekrar edince çok değil iki yıl önce yaz döneminde, şartlar bugünküne göre kısmen biraz daha iyiyken yaptığı buzdolabı açıklamaları ve o günlerde yazdığım yazı geldi aklıma.
Bir de ne geldi biliyor musunuz?
Aradan iki yıl geçmiş. Ülke ekonomisinde her şey daha kötüye gitmiş. Her şey değişmiş. Verilen örnekler bile değişmiş. Buzdolabı, araba olmuş!
Ancak değişmeyen tek bir şey var.
O da ülke ekonomisindeki kötüye gidişin sürekli reddedilmesi!
Bakın noktası virgülüne 11 Ağustos 2020’de yazdığım bir yazıyı buraya bırakıyorum. 2 yılda bir arpa boyu yol almayı bırakın, ne kadar gerilere gitmişiz buradaki verilerden ve örneklerden anlamak mümkün!
“13 Ağustos 2018 günü sabahını tarih olarak değil belki ama o gün dövizde yaşanan sıçramadan dolayı kesin hatırlarsınız. Yarım saat içinde 1 doların değeri 6,30 TL’lerden 7,24 TL’ye kadar çıkıp ardından önce 6,80 TL’ye ardından da 6,50 TL seviyesine geri gelmişti. O gün 7,24 TL’den dolar alan olmuş mudur emin değilim ama aradan geçen iki yılın sonunda, bu yazının yazıldığı saatlerde yeniden 7,24 TL seviyesine geri gelmiştik.
Nedenleri ve sonuçları açısından benzerlikler ve farklılıklar olsa da bugünün o günden temel farkı, o gün kısa bir süre gördüğümüz rekor seviyenin bugün artık işlem değeri haline gelmiş olmasıdır! Ve işin kötü tarafı paramızın ve satın alma gücümüzün korunması görevine sahip olan TCMB de, işin siyasi sorumluluğuna sahip olan Hazine ve Maliye Bakanlığı da hala o gün ve bugün yaşadığımız şoklara neden olan yanlışlarda ısrar ediyorlar. Geçtiğimiz haftadan bu yana bu nedenleri birçok ekonomist değerlendirdi.
Bu yazı ise neden-sonuç meselesi dışında bir konunun altını çizebilmek için.
Bu esnada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili değerlendirmesi ile ilgili. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ekonomideki gelişmeler sorulduğunda 2003 yılı ile karşılaştırarak satılan buzdolabı sayısındaki artışı ve Türkiye’nin IMF’den borç alan bir ülkeden borç veren bir ülke haline geldiği, dolayısıyla son 20 yılda ekonomide önemli bir mesafe kat edildiğini anlattı. Her iki örnek de hem sosyal medyada hem de diğer mecralarda bir hayli konuşuldu tartışıldı. Ancak bu süre içerisinde atlanan birkaç konu oldu.
Madem konu buzdolabı, biz de kabaca o örnek üzerinden gidelim. Gidelim ki meselenin tek bir şey olmadığını bir de rakamlar söylesin bize.
Türkiye ekonomisinin en iyi seyrettiği dönemlerden biri 2013 yılının ilk yarısıdır. İktidarda yine Adalet ve Kalkınma Partisi var. O dönemde TÜİK tarafından belirlenen fiyatlara göre normal buzdolabının fiyatı 1081 TL. Net asgari ücret ise 773 TL. Yani bir asgari ücretlinin bir buzdolabı alması için çalışması gereken süre 1,4 ay. Bugün yine aynı TÜİK fiyatlarına bakıldığında bir buzdolabı 3230 TL. Asgari ücret ise 2324 TL. Peki bugün bir asgari ücretlinin bir buzdolabı alması için çalışması gereken süre ne kadar dersiniz?
Evet yine 1,4 ay.
Yani 7 senede, zaten asgari ücretle yaşamaya çalışan insanlar açısından satın alma gücü neredeyse hiç değişmemiş. Ama o günden bugüne değişen bir şey var. Türkiye’de o gün ortalama ücret asgari ücretin neredeyse 2 katı iken, yani Türkiye’de çok daha az sayıda insan asgari ücretle çalışırken, bugün asgari ücret ile ülkedeki ortalama ücret arasındaki makas iyice kapanmış durumda. TÜİK’in en son yayınladığı gelir istatistiği rakamları 2018 yılı için ve o yıl ortalama ücret, asgari ücretin 1,5 katı kadar. Son iki yılda da artan işsizlik ile ücretlerde önemli bir artış olmadığını ve neredeyse 10 milyona yakın çalışanın asgari ücretle çalıştığı tahmin ediliyor.
Bu rakamları dikkate aldığımızda ortalama ücretle çalışan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının buzdolabı satın almak için çalışması gereken süre geçtiğimiz 7 yılda maalesef daha da uzamış durumda. Elbette hayat standartlarının yükseldiğini gösteren, Türkiye’de yurttaşların teknolojinin nimetlerinden daha fazla yararlandığını gösteren bir veri olarak kullanılabilir bu rakamlar.
Ancak unutmayalım ki refah, ekonomik gelişme çok daha kapsamlı bir iyileşmeyi içerir.
Daha fazla özgürlük içerir.
Daha fazla adalet içerir.
Daha fazla eğitim içerir.
Daha fazla üretim içerir.
Daha fazla ve daha kaliteli bir iş gücü piyasası içerir.
Biraz da bunları konuşsak, ne dersiniz?”
NOT: Bana iki haftalık bir mola. Biraz dinlenip, yenilenip döneceğim.