‘Ben niçin yaratıldım?’
Bugüne kadar dinî alanda en sık duyduğum sorulardan biri “Allah bizi niçin yarattı?” veya “Ben niçin yaratıldım?” sorusudur. Malum, bu sorunun klişe cevabı “ibadet ve imtihan için yaratma” izahına dayanır. Ancak bu izah söz konusu soruyu soranların da malumudur. Bu demektir ki “ibadet ve imtihan” cevabı birçok insan için yeterli olmamıştır. İslam geleneğinde Kenzi Mahfî (gizli hazine) ve “Nur-i Muhammedî” gibi kavramlarda ifadesini bulan irfânî açıklamalar da vardır ancak daha ziyade tasavvufî gelenekte kabul gören bu açıklamalar da pek şâfî-kâfî olmamıştır.
Kur’an’da “hâkim” kelimesiyle Allah’ın hikmet sahibi olduğu, “bi’l-hak” lafzıyla da yaratılışın gaye ve hikmete matuf bulunduğu ifade edilmekle birlikte bu gaye ve hikmet vazıh ve etraflı biçimde ya da bütün boyutlarıyla açıklanmamıştır. Bununla birlikte Zâriyât 51/56. ayetteki “Ben insanları ancak ve ancak bana boyun eğmeleri, ibadet etmeleri için yarattım” ifadesi, yaratılıştaki temel gayeyi çerçeveleyen bir ilâhî bildirim olarak kabul edilmiştir. Ancak söz konusu ifade kendi nüzul bağlamında insanların gerçekte ne maksatla yaratıldığı sorusuna cevap mahiyetinde değil, “illâ” (ancak ve ancak) edatındaki vurgudan da anlaşılacağı gibi, insanlar ve cinler dâhil bütün varlıkların Allah’a boyun eğmek, dolayısıyla hiçbir varlığı O’na eş koşmamak gibi aslî/fıtrî bir mükellefiyete sahip olduklarını belirtir.
Ayette insanların yanında cinlerin de zikredilmesi, ilk hitap çevresindeki müşriklere, “Kendisine ilahlık yakıştırdığınız, hatta Allah ile nesep bağı bile kurduğunuz gaybi varlıklar da sonuçta Allah’ın kullarıdır” şeklinde bir göndermede bulunarak, müşriklerin cinler ve melekler gibi birtakım varlıklara tanrısal özellikler atfetmelerinin temelsiz ve geçersiz olduğunu belirtmektedir. Bütün bunlara rağmen Zâriyât 51/56. ayet dolaylı olarak insanın Allah’a kulluk için yaratıldığı gibi dolaylı bir mesaj da içerir. Ancak bu mesaj birçok ayetteki rab ve abd kelimelerinde zaten mündemiçtir. Kaldı ki A’râf 7/179. ayetteki “ve-lekad zera’nâ li-cehenneme kesîran mine’l-cinni ve’l-ins” ifadesi yaratılışla ilgili olara, bambaşka bir şeye işaret etmektedir. Daha açıkçası, bu ifade, Zâriyât 51/56. ayetteki, “Bana boyun eğip ibadet etsinler” mealindeki ifadenin aksine, insanlar ve cinlerden pek çoğunun cehennem için yaratıldığını bildirmektedir.
Bütün bu ayetlerdeki düz anlamların gösterdiği üzere Kur’an metin içi ve metin dışı bağlama kayıtsız kalarak salt lafzın kalıpları içinde yorumlandığında bazen aynı konuda birbiriyle ters düşen manalarla karşılaşılabilmekte ve bu tarz bir yaklaşım/yorum Kur’an’ın her ifadesinden genel normlar ve hükümler çıkarma yanlışına yol açabilmektedir. Oysa Zâriyât 51/56 ve A’râf 7/179. ayetler metin içi ve metin dışı bağlamlar dikkate alınarak yorumlandığında, her iki ayetin de “İnsanlar ve cinler niçin yaratıldı” sorusuna cevap vermediği, aksine tevhid ve şirk mücadelesiyle ilgili olarak müşrikleri zemmettiği rahatlıkla anlaşılabilmektedir.
Diğer taraftan, Mülk 67/2. ayette ölüm ve hayatın yaratılması, insanların dünyada yaşadıkları sürece güzel işler yapma sınavına tabi tutulmasıyla irtibatlandırılmıştır. Buna mukabil, Talâk 65/12. ayette Allah’ın gökleri yedi gök olarak düzenlediği, yeryüzünü de aynı mükemmellik ve muhteşemlikte meydana getirdiği bildirilmiş, ardından Allah’ın yaratma iradesinin bütün bu varlıklar üzerinde tecelli ettiğine atıf yapılarak, son kısımda, “Allah’ın her şeye kadir olduğunu anlayın diye” (li-ta’lemû ennellâhe alâ külli şey’in kadîr) ve yine “Allah’ın bütün her şeyi ilmen kuşattığını anlayıp kavrayın diye” (ve-ennellâhe kad ehâta bi-külli şey’in ilmen) mealinde bir ifadeye yer verilmiştir.
Bu ifadenin başındaki lam harfi “talil” (gerekçelendirme) manasına hamledildiğinde, kâinatın yaratılmasındaki temel amaç, “Allah’ın her şeye kadir olduğunu insanların bilmesi” şeklinde formüle edilebilir. Ancak lam harfine akıbet manası takdir edildiğinde, söz konusu ifadenin yaratılıştaki amaca değil, kâinatın yaratılışındaki mükemmellik ve düzen itibariyle Allah’ın kudretine delalet ettiği, dolayısıyla yaratılış meselesiyle ilgili diğer birçok ayetteki gibi istidlal işlevi gördüğü sonucuna varılabilir. Kısaca, bahis konusu ayetlerdeki gaiyyet temelde kozmolojik bir hakikati vurgulamadan ziyade, kâinatta önemli bir mevkii sahibi kılınan insanda dinî-ahlâkî şuuru uyandırmakla ilgili görünmektedir. Bununla birlikte, Zâriyât 51/56. ayetteki “li-ya’budûn” (Bana boyun eğsin, ibadet etsinler diye) ve Talâk 65/12. ayetteki “li-ta’lemû” (anlayıp kavrayasınız diye) lafızları, “Allah’ın gökleri ve yeri yaratmasıyla ilgili maksatlardan biri de insanların zat-ı ilâhiyenin her şeye kadir olduğu ve bütün her şeyi ilmiyle kuşattığı gerçeğini bilip anlamaları” şeklinde ifade edilebilecek bir anlam da içerir; ancak bu içerme, “Allah bütün âlemden ve bütün her şeyden müstağni olduğu hâlde kâinatı ve insanı ne maksatla yarattı?” sorusunun tam cevabı değildir.
Sonuçta, bugün birçok insanın zihnini kurcalayan, “Allah insanları ve diğer mahlûkatı niçin yarattı?” sorusu şâfi-kâfi cevabını bulmamış görünmektedir. Bu noktada, İmam el-Mâtüridî’nin kaydettiği üzere “Bu soru fasittir; böyle bir soru sorulmaz?” demek mümkün olduğu gibi, Ziya Paşa’nın meşhur, “İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez; zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez” mısraı da agnostik tarzda bir çözüm formülü olarak görülebilir; fakat yine de beşerî merakın önüne geçilemeyebilir. Nitekim Eflatun ve Aristo’dan Yeni Eflatunculara kadar birçok kadim filozof bu büyük sorunun cevabını bulmak için gaiyyet meselesine kafa yormuşlar; aynı şekilde İslam düşünce tarihinde Meşşâî felsefe ekolünün kurucusu kabul edilen Kindî’den itibaren birçok müslüman filozof ve kelamcı da bu meseleyi gâye, nizam, hikmet ve inayet gibi kavramlarla cevaplamaya çalışmışlardır.
Haftaya devam edelim…