‘Yeni dönem’ vizyonu neden yok?
Siyasal, sosyal ve ekonomik ortamın malum tabiatı gereği Türkiye’nin geleceğinden bahis açarken “yeni dönem” kavramını kullanmak mümkün olamıyor. Bir sıkışıklığa ve yeniliğe asla izin vermeyen bir çelik cendereyle kuşatılmış bulunuyoruz. Başta iktidar yenilik üzerinden konuşamıyor çünkü revize edilen birçok plan esasen geleceği değil geçmişi; sözgelimi 2012/13/14 yıllarını yakalamayı hedefliyor. Orta Vadeli Program zaten öyle ve birkaç ay önce büyük bir gürültüyle ilan edilen İnsan Hakları Eylem Planı ise hala uygulamaya yansımıyor. Ki, o plan da yine AK Parti’nin eski güzel günlerini hayata geçirme maksatlıydı; yeni değil eskiyi ihya vaadi taşıyordu. Bir gelişme olmadı.
Yeni dönem diyememenin bir zorluğu da muhalefetin arzulu ama parçalı halinden kaynaklanıyor. Parçalı olmak hem seçmen nezdinde hem de genel olarak bütün ülke nazarında yeni bir vizyonun üretimini önlüyor. Esasen bütün partiler iktidara kıyasla daha iyi bir Türkiye vaadinde yarışsa da yeni dönem rüzgarı estirebilmek bu kıyasa talip olmanın ötesinde bir vizyon gerektiriyor.
Neden muhalefetin daha iyi yönetilen Türkiye vaadi var ama vizyon yok? Çünkü, Türkiye’nin devasa sorunlarına rağmen küçük meselelerde, üslupta ve polemikte yarışma pratiği nedeniyle paradigmayı değiştirecek hedefler ve planlara cesaret edilemiyor. Temel meselelere dair yaratıcı fikirler üretilemiyor. Muhalefet, yerel seçimlerde elde ettiği üstünlüğü korumak ve yol kazasına uğramamak için bu bahiste risk almak istemiyor. Daha liyakatli yönetim, daha iyi ücret, yolsuzluğu önlemek ve hukuk sistemine siyasal müdahaleyi önlemek gibi ilk akla gelen fikirler dizisi daha kullanışlı görünüyor. Nitekim, anketlere göre bu tercih de muhalefete üstünlük kazandırmaya yetiyor. Yine muhalefet açısından bir avantaj da iktidarın ve elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni seçimde eski söylemin üzerine bir şey koyamayacağını görmesidir. Dış güçler, hani planlar, bölücüler, yerli ve milli olanlarla olmayanlar temalı propagandanın ömrünün bittiği görüyorlar ve sadece bununla mücadele etmeyi. Daha doğrusu görmezden duymazdan gelerek mücadele etmemeyi yeterli görüyorlar. Erdoğan şimdilik elini açık ettiği için muhalefet en azından şimdilik bununla yetinmekte beis görmüyor.
Ortada sandık odaklı muazzam bir rekabet var ama bu gerçekte siyasal rekabet değildir. Eksik rekabet veya düşük seviyeli siyaset, dış politikadan eğitime, Kürt meselesinden kaynakların paylaşımına kadar büyük sorunlara karşı kuşatıcı ve sarsıcı bir yaklaşım paketi ortaya çıkmasına izin vermiyor. Gerek de duyulmuyor. İttifak içi ve dışı muhalefetin ortak hareket etmekte yavaş davranmaları da bu rahatlığın eseridir. Bir açıdan bu kısırlık Erdoğan’ın karşısına çıkacak ismin öne çıkma yöntemini de belirliyor. Görünüyor ki Erdoğan’a rakip olacak her kimse zihniyeti tümden değiştirmekten ziyade O’ndan daha iyisini yapmaktan sorumlu olacak. Böyle bir denklem belki Millet İttifakı’nın risk almadan seçime gitmek politikasına yarar ama esasen ciddi oy kaybı yaşayan Cumhur İttifakı’nın elini rahatlatır. Daha sert ve ağır şartlarda rekabete girmektense alışkın olduğu alanda yarışmak Erdoğan’ın işine gelecektir. Zaman ilerledikçe ekonomi başta olmak üzere bazı sahalarda işlerin bir miktar düzelme umudu da bu seviyedeki yarışta Erdoğan’ın propaganda kapasitesine katkı sağlayacaktır.
Türkiye’nin ciddi bir değişime ihtiyaç duymasına ve değişimin sinyallerinin güçlenmesine rağmen hala bu değişimi tanımlayacak çapta bir “yeni dönem” atmosferinin oluşmamasına kafa yormak gerekiyor. Buna izin vermemek de gerekiyor. Vakit varken ve paradigmayı değiştirme imkanı varken…