Türkiye’nin meselesi var meseleden içeri
Ekonomide müzminleşen kriz hali ülkenin birinci meselesidir. Ama, kötü ekonomi onlarca başka meselenin bir sonucudur. Krizin, ekonomiyle ve ekonomiden başka birçok başka krizle bağlantılı gerekçeleri vardır.
Kötü planlama ile büyük kısmı borçla elde edilen kaynakların üretken olmayan ve geçici hareket yaratan sektörlere tahsisi, kötü ekonomiyle bağlantılı meseledir. Ya da Türkiye’nin inşaat dışı pek az sektöre odaklanması; teknoloji, yeni teknolojiler, tarım veya belirli sanayi ünitelerini ihmal etmesi bir başka bağlantılı meseledir. İnşaat tercihlerinin bile genel olarak fizibilitesiz ve politik fayda gözetilerek yapılması; daha uygun yatırım alanları varken sırf bu nedenlerle paranın betona gömülmesi de ekonomideki içler acısı durumuyla bağlantılı bir başka meseledir.
Bir sonraki kademede liyakatsiz ve ehliyetsiz siyasi ve bürokratik kadrolar eliyle ekonomiyi yönetme ısrarı vardır. Sürekli değiştirilen silik ve yetersiz bürokrasi ekonomiyi yönetmek şöyle dursun, durumu idareden acizdir. Üstelik liyakatsiz kadrolar her yerdedir.
Buraya kadar herşey yolunda gitseydi bile iyi bir ekonomi için istikrarlı yönetim ve liyakatli kadrolar zaten yetmeyecekti. Şeffaflık ve hesap verebilirlik de gerekirdi. Ki, malum Türkiye bu iki unsuru kamu idaresinde tamamen çıkarmış durumdadır. Bu da bir başka bağlantılı mesele… Liyakatli, ehliyetli kadrolar şeffaflığa tabii olsaydı bu kez de hukuk gerekecekti. Hukuk devleti olmayan bir ülkenin ekonomisi yine iyi sonuçlar vermeyecekti. Bu da bir başka bağlantılı mesele.
Bütün şartlar tamamlansa üzerine bir de ortak demokrasi duygusu; yani iktidar için farklı muhalefet için farklı standardı olmayan herkesi aynı güçle bağlayan bir zemin zarureti vardır. Bunun da Türkiye’de neredeyse hiç olmadığı aşikardır. Ortadaki kötü ekonomik tabloya yol açan bir bağlantılı mesele daha…
Bağlantılar bitmez… Dünyayla entegre olduğu halde, nasıl meydan okunacağını bilmeden dünyaya meydan okuyan bir iktidar, herşeyi tastamam yapsa bile ekonomi ve refah için uluslararası itibarını korumaya mecburdu. Yerli ve yabancı yatırım için, ucuz borçlanma için, tercih edilebilir olmak ve en nihayet kriz ve fırsat anlarında dayanışma temin edebilmek için dünya dilini konuşabilmeliydi. Bunu kazanabilmek, sadece Türkiye’nin coğrafya değeriyle yetinmeyip ötesine geçmekle, akıllı ve gerçekçi diplomasiyle mümkündür. Bu kapasite dağılmıştır. Kötü sonuca giden yolda bir sebep ve bir bağlantı da budur.
Ekonomiyi kötüleştiren ve müzmin krize mahkum eden gerekçeler üç aşağı beş yukarı temel haklarda, yargıda, eğitimde, siyaset dilinde, vesairede de hakimdir. Türkiye’nin can yakıcı meseleleri ne konjonktürel, ne tesadüfi ne de şanssızlık eseridir. Basit ve sıradan bir denklemin sonucudur. Böyle tercihler yapıldığında başka türlü sonucun çıkması mümkün olmayan bir denklem nedeniyle ekonomiden yargıya, diplomasiden eğitime kadar bütün alanlarda meseleler derinleşmektedir.
Birini düzeltmek diğerlerini de düzeltmekten geçmektedir. Bir sahada adım akmak diğer sahalarda adım atmakla mümkündür.
Ne bakkal market denetleyerek fiyat düşer, ne okul açmakla eğitimi kalitesi yükselir, ne bina yapmakla yargı güven kazanır, ne ona buna parmak sallamakla ülke itibarını geri alır, ne de bu kadar problemi olan bir ülke geleceğe güvenli bakabilir.
Hasar zannettiğimizden büyük ve derindir. Kaçan fırsatların geleceğe yazdığı maliyet bir yana, mevcut halden çıkış için bile iyi plan gerektiren uzun bir zaman, sabır ve neredeyse sıfır hatayla alınacak kararlara ihtiyaç vardır. Hepsinden önemli olan da herhangi bir meseleyi yapılmakta olandan daha iyi yapmayı iddia etmek değil ülkenin önüne paradigmayı değiştirmeyi göze alan bir hedef koyabilmektir. Daha iyi yapabilmek iddiası tek başına anlamlı ve heyecan verici değildir.
Yeni döneme talip olan herkesin bu bahiste vizyonunun kapağını açmasının vaktidir…