Söylemekle olur mu?
Birçok büyük ekonomik problemin içinde şüphesiz ağırı faiz yükünün büyük payıdır. Kötü yönetilen ekonomiler enflasyon, dış açık ve belirsizliğin yanında faiz maliyeti üretir. Türkiye yıllarca -ki o yılların büyük çoğunluğu AK Parti iktidarındadır- faiz yükünü makul seviyelerde tutmayı başarmış bir ülke olmasına rağmen şimdi bunun çok uzağındadır. Bütçede giderek artan ve geçmiş yılların dört beş katına ulaşan faiz yükü oluşuyor, bankalar tarihi kârlarla bilanço kapatıyor ve en önemlisi de tarihte görülmemiş faiz/CDS oranlarıyla borçlanabiliyoruz. En büyük mesele ekonomi, ekonominin en büyük meselesi de enflasyona eşlik eden faizdir. Merkez Bankası’nın artık önemi kalmayan gösterge faizinin serbest düşürülmesi bu yüzden bir anlam ifade etmiyor. Çünkü ağır enflasyon ortamında gerçek faizi piyasa belirliyor. Öyle olduğu için de kağıt üzerinde faiz ne kadar düşürülürse düşürülsün, gerçekte o kadar artmaya devam ediyor. Bir yılda sadece iç borçların faiz yükü 1.5 trilyon liradan fazla arttı. Mevcut borç stokunun vadesine karar olan faiz yükü ise 3.1 trilyon liraya ulaştı.
Tablo böyleyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faiz lobisi çökmeye başladı” sözü gerçeğe işaret etmiyor. Devletin bizzat milli parayı dövize endeksleyip Kur Korumalı Mevduat modeliyle faize davet yaptığı ortamda, hiç etmiyor. Faiz lobisi ya da faizden para kazananlar için Türkiye bugün hiç olmadığı kadar fırsatlar sunuyor ve bu ekonomi politikası -esasen politikasızlığı- devam ettiği müddetçe de sunmaya devam edecektir. Zira, sloganların, propagandanın aksine Türk ekonomisi faiz ödemeye mecbur ve hatta isteklidir. Yeter ki döviz kuru kontrol edilebilsin ve yeter ki seçime giderken piyasada hareket olsun, gerisi önemsiz hale gelmiştir. Yabancı sermaye alamayan, yüksek kârla ihracat yapamayan ve içeride sıkıştıkça popülizme; yani, kaynaksız harcamalara mahkum olan bir ekonomide faiz maliyeti durdurulamaz, ‘faiz lobisi’ asla çökertilemez. Bilmem, çok övünülen dış ticaret modelinin giderek açık ürettiğini ve o açığı kapatmak için yapılan borçlanmanın da faiz lobileri için bir başka iştah kalemi olduğunu söylemeye gerek var mı?
Yani, söylemesine söylersiniz ama söylemekle olmaz…
Tıpkı Türk ekonomisinin yakında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğini söylemek gibi. Türkiye iyi yönetilebilmiş olsaydı; hukukun üstünlüğü, temel hakların genişletilmesi, ifade özgürlüğünün zenginleştirilmesi ve eğitim kalitesinin artışı ile birlikte elbette rasyonel ekonomi tatbik edilebilseydi Türkiye dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisi pekala olabilirdi. Bunları yapabilmiş olsaydık, şimdi “Yakında büyük ülke olacağız, gelecekte ilk 10’a gireceğiz” demeye gerek olmazdı, zaten orada olurduk. Gereğini yaparak bunu başarmak mümkündü. Ama iyi bir ülke ve ekonomi olmanın hiçbir şartını yerine getirmeden, yanından dahi geçmeden, yılları boşa harcadıktan sonra böyle bir vaadin anlamı bulunmuyor. Söylenen bu olsa da gerçekte Türkiye en büyük 17’nci ekonomiden 21’e hatta bir hesaba göre 23’üncü sıraya gerilemiştir.
Yani ilk 10’a gireceğimizi söylemekte de beis yok ama söylemekle olmuyor…
Birçok başka büyük ve harika hedef de duyuyoruz. Hepsi de Türkiye’ye ve Türkiye’nin geleceğine yaraşan hedefler. Bilimden teknolojiye, sanattan spora; hatta dış politikaya kadar. Böylesine büyük potansiyeli olan bir ülke gayet tabii ki birkaç alanda dünyanın en büyükleri arasında olmayı hak ediyor. 20 senenin sonunda bunun vaadini değil gerçekleştiğini görmek de bu ülke insanlarının hakkıydı.
Bari şimdi, neden en büyük ekonomilerden birisi, en iyi teknoloji ülkelerinden veya en kaliteli eğitim veren ülkelerden birisi olamadığımızı; faiz lobisinden neden kurtulamadığımızı kendimize dürüstçe soralım da hiç olmazsa neleri kaybettiğimizi anlayalım.
Böylelikle belki gün gelir, söylemek yerine yapmanın gereğini de anlarız.