‘Model’ demekle ne kadar model olur?
Sabah kalkıp aklına gelen bir fikri politika olarak ilan etmek model değildir. Böyle yapmak, bir modele sahip olduğunuz anlamına gelmez. Denetimsiz ve fizibilitesiz şekilde iktidar imkanlarını kullanmak; yani iktidar gücüyle “yaptım oldu” demek bir sisteme bağlılığı göstermez.
Bugünlerde Hazine Bakanı Nureddin Nebati’nin “Türkiye Ekonomi Modeli” olarak tanımlanan model üzerinden yaptığı açıklamalar tartışılıyor. Bakan’ın sözleri tabiatıyla eleştiri konusu oluyor. Beraberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da aynı model hakkında sözlerini sıkça duyuyoruz. Her ikisi de mükemmel bir modele sahip olduğumuzu ve bu sayede enflasyon başta olmak üzere, ekonomide ne kadar sıkıntılı konu varsa hepsinin halledileceğini büyük bir özgüvenle dile getiriyor. En son Cumhurbaşkanı, “Enflasyon oranımızın nispeten yüksek seviyeye çıkması bazılarını şaşırtıyor ama biz bunu düşürme kabiliyetine de sahibiz” dedi. Harika bir haber!
Pek muhtemel ki iktidarın bu rahatlığı, son dönemde seçim ortamına girilmiş olmanın dayattığı zaruret nedeniyle art arda başlattığı konut ve borç silme gibi paketlerin yarattığı iyimserlikten kaynaklanıyor. Toplumda karşılık bulan hamleler, ekonominin enflasyon, dış açık, yüksek faiz ve kur artışı gibi ciddi problemleri; yani sorunun temelini görmezden gelmeyi mümkün kılıyor. Elbette bu da bir model değil. Birkaç ay önce “İhracatla büyüyoruz, yüksek kur bizim için önemli değil” dedikten sonra bugün tarihin hem en yüksek döviz kuruna hem de en büyük dış ticaret açığına ulaşmak bunu gösteriyor. Model denilen şey bir kurala bağlı olmaksızın ve geleceği düşünmeksizin günü kurtarma adımlarından ibarettir. Öyle olmasa, arka kapı döviz satma işlemleri 200 milyar Dolar’ı aşmaz veya kur korumalı mevduat sisteminin bütçe üzerine bindikçe binen yüküne kayıtsız kalınmazdı. Ve elbette, faize karşı amansız mücadele açıkladıktan sonra yine tarihin en büyük banka faiz kazançları yaşanmazdı.
Ne var ki modelsizlik sadece ekonominin problemi de değildir. Türkiye’nin ekonomiden dış politikaya, eğitimden şehirleşmeye kadar bütün alanlarda bir modeli ve yol haritası bulunmamaktadır. Mesela, kaynaklarının büyük kısmını inşaata ayıran ve son olarak sosyal konut projesiyle yine inşaat yolunda devam eden bir ülke, kapıya dayanmış olan deprem riskine karşı önlem almamaktadır. Yahut giderek düşen eğitim kalitesine karşı ne üniversite öncesi ne de üniversite eğitimde standart artırıcı bir politika vardır. Türkiye’nin geleceğe yönelik rekabet alanı olarak ilan edip arkasında durduğu hiçbir sınai ve teknoloji sektörü yoktur. Dış politikada da “ortodoks sistem” çoktan terkedilmiştir ve herhangi bir ülkeyle -Mısır, BAE, Suudi Arabistan, İsrail, Suriye- ilişkiler bir sabah bozulup başka bir sabah aradaki iddiaların tamamı kolaylıkla unutulmaktadır.
Model denilen şey, hedefleri ve adımları belli olan; neyi niçin ve neye göre yaptığınız önceden ilan edilen bir sistem bütünüdür. Hedefler tutmadığında neye göre tutmadığı bilinmek zorundadır. Her aşamada hesap verebilir ve denetlenebilir olmak zarureti vardır. Denenmiş olması, örneklerinin bilinmesi, görülmesi şarttır. Mesela, ekonominin bütün makro göstergeleri dökülürken popülist uygulamaların yolunda gitmesi -ki zaten hep gider- modelin işlediğini ve hatta bir model olduğuna işaret etmez. Dilek ve temennilerle veya kolayına gelen yerden çalışmakla model oluşmaz. Popülizm zinhar bir model değildir; bilakis her modelin ve her sistemin en büyük düşmanıdır.
Bugünkü tablo; ağır ekonomik kriz, insanların umutsuzluğu, gençlerin ve yetişmiş nüfusun geleceğini yurt dışında arama talebi ve Türkiye’nin hukuk, ekonomi, insan hakları, ifade özgürlüğü, şeffaflık gibi bütün istatistiklerde en sonlarda olması modelsizliğin bir sonucudur. Model yoktur ve Başkanlık sistemi de zaten kaybolmaya yüz tutan modellerin geride kalan izlerini silip süpürmüştür.
Türkiye’nin herhangi bir yola çıkmasının ve bir sorunu çözmesinin olmazsa olmaz şartı da modelle, sistemle ve kuralla çalışmayı öğrenmekten geçmektedir.