Kaçan fırsatların umursamaz ülkesi...
Yaşanılan zamanın en talihsizi, bir gün geriye dönülüp de ondan “kaçan fırsat” olarak bahsedilmesidir.
Anın, zamanın bundan kötü şöhreti olamaz. Gün gelip, basit, anlamsız, değersiz işlerle harcanıp giden yılların hesabı görüldüğünde boynuna asılacak yafta, boşa geçmiş olmaksa vah o ‘zaman’a. Vah o ‘zaman’ı harcayan milletlere…
Yılları, onyılları, asırları yerinde saymakla hatta geri gitmekle, zamanları boşa harcanmakla hatta harcanmadan tarihin çöplüğüne atılmakta maruf çok millet vardır. Bunlara “başaramayan ülkeler” denir.
Millet olarak ayaktadırlar, devlet olmasına devlettirler; retorikleri çok yüksek seslidir ama gerçekte başaramamışlardır. Yani, kapasitelerini kullanamamışlar, o kapasiteyi geliştirememişler, insanlarına refah üretememişler, insanlığa katkı yapamamışlar ve zamanı boşa harcamışlardır. O ülkelerin gerçek tarihi sadece ‘kaçan fırsat’ların tarihidir. Umursamazdırlar zira kaçırdıkları şeylerin ve o şeylerin temel sermayesi olan zamanın kıymetinden bihaberdirler.
Bazı ülkeler de hem kaçan fırsatları hem de başarabilme umudunu birlikte yaşarlar. Türkiye mesela… Ağırkanlı, hareket etmekte zorlanan ve gelişme duygusuna sahip olamayan bir ülkedir. Aslında olabilir, bazı şartları yerine getirse başarabilir ama hep umutla bekleyen ama bağlantıyı kuramayan bir ülke. Öyle olduğu için de bir beş yıl -Tek parti, Menderes, Demirel, Erdoğan ilk beş yılları gibi- atağa kalkan ama sonra koştura koştura geri dönen bir ülkedir Türkiye… Yaptığını bozan, başta düşman olduğuyla sonra dost, dostuyla düşman olan; işler sarpa sarınca hele seçim almak zorlaşınca feda etmeyeceği değer olmayan liderlerin ülkesi.
“Niçin gelişmiş ülke değiliz?” sorusunun peşine bir de ben düşmeyeceğim. İskender Öksüz hoca mevzunun hakkını zaten ziyadesiyle verdi. Ama, bütün kurtuluş umudunu bir ekonomi programına (OVP) bağlamış, enflasyon düşerse dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olacağına inanan şu memleketten iki çift lafı da esirgemeyelim. Maksat, yaşadığımız zamanların, tıpkı geçen on senenin akıbeti gibi “kaçan fırsat” yaftasına mahkum olmamasıdır.
Hayata atılmak üzere olan gençlere “Gelecekte kendini nerede görüyorsun?” diye sorulur ya; Türkiye’nin cevaplaması gereken bunun gibi bir şey. Türkiye gelecekte kendisini nerede görüyor? Gelecek 5, 10 ya da 25 yılda nerede olmak istiyor? Olmak istediği yerle ilgili bir hazırlığı var mı? Önce, hazırlık yapmak istiyor mu; yani bunun için disipline girmeye arzulu mu, enerjisi var mı?
Disiplin, enerji ve iş ahlakı şart… 2023 hedefleri dahil yakın dönemde ilan ettiğimiz hedeflerin hiçbirisi tutmadı. Çoğu rakamların yarısına bile ulaşılamadı. Kehanet sayılmaz, bundan sonrakilerin kaderi de evvelkilerden farklı olmayacaktır. Bundan dolayı zaten iktidar, 2023, 2053, 2071 gibi vadelerle uğraşacağına ‘Türkiye Yüzyılı’ deyip işin içinden sıyrıldı. Artık önümüzde yüz sene var. O vakte kadar ne söz verenler ne de o sözü duyanlar kalır…
Oysa, Türkiye’nin mizah konusu vaatlere ve vadelere değil gerçekçi hedeflere ve hedef, vizyon, plan, program nedir öğrenmeye ihtiyacı vardır. Her sahada konulacak hedefin öteki sahalarla ilişkisini kurma kabiliyetini geliştirmeye mutlaka ihtiyacı vardır.
Eğitim, teknoloji, şehirleşme, dış politika, hukuk, ekonomide gelecek beş, on yılda nerede olacağımıza bir karar vermek zorundayız. Herkesin inandığı ve bir parçası olduğu kararlar… Eğitim olmadan diğerlerinin olmayacağını, hukuk olmadan hiçbir şey olmayacağını unutmamalıyız. Kendimizi övmeye ve dünya tarafından çok umursandığımız hikayelerine aşırı bağımlıyız. Bu bağımlılıklardan acilen kurtulmalıyız.
Başarabilmek ve yaşadığımız zamanın kaçan fırsat çağı olmaması için kendimizi kaliteli bir toplum nasıl yapıyorsa öyle yapmaya zorlamalıyız. Kaliteli eğitim, kaliteli sanayi, kaliteli şehirleşme, kaliteli yargı ve elbette kaliteli siyaset sınıfı…
Listeyi böyle sıralayınca zor görünüyor ama bir gün yaşadığımız zamanlar yargılandığında kaçan fırsat devrinin insanları olmamamın kolay ve kısa yolu yoktur.