Erdoğan, yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye davet ettiği sırada
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yabancı yatırımcılara belki yüzüncü kez Türkiye’ye yatırım için çağrı yaptığı ve İstanbul’un İslami finans merkezi olacağını açıkladığı ve de Türkiye’nin büyük gücünden bahsettiği sırada, Merkez Bankası kendisinin talimatıyla aldığı faiz kararıyla Dolar’ı Türk Lirası karşısında tarihi rekora koşturuyordu. Rekor koşusu başarıyla! tamamlandı ve TL tarihinin en değersiz noktasına ulaştı. Yeni rekorlara da yelken açtı.
Yine tam o sırada; yani Cumhurbaşkanı Afrika’da çok önemli mesajlar verip dünyadaki bütün yabancı yatırımcıları ülkemize davet ederken; bütün dünyaya güvenli liman olduğumuzu anlatırken, dünyadaki kara para trafiğini yöneten Mali Eylem Gücü Türkiye’yi gri listeye aldı. Bu elim kararın acısı hissedildikçe Türk Lirası döviz karşısında daha da çaresizleşti. Talihe bakın ki Erdoğan Afrika’dan dönüş yolundayken Türkiye, birçok Afrika ülkesiyle aynı listeye yazıldı. Nasıl bir liste? En hafif haliyle söyleyelim; kara parayla mücadele edemeyen ülkeler listesi. Dahasını söylemeye gururumuz elvermiyor…
Gele gele buraya da geldik.
Türkiye’nin kötü yönetildiğini söylemek artık bir siyasi analiz sayılmaz. Bu artık sabit bir veridir. Sadece kötü yönetilmiyor, aynı zamanda alınan ve alınmayan kararların ülkeye kaybettirdiklerini hesap etmeyen bir düşüncesizlik düzenine geçmiş bulunuyoruz. Üstelik, böyle yapmakla Cumhurbaşkanı’nın neyi hedeflediğini anlamak da mümkün olamıyor. En ziyade hedeflediği şeyin seçim kazanmak olduğu malum; ama gidişi o hedefin de zıddınadır. Neden, niye bilinmez… En nihayet kendi meselesi… Ama kaybedilen zamanlar, heba edilen kaynaklarla Türkiye’nin kaderi arasında büyük bir zıtlık var ki bu hepimizin meselesidir.
Gri, yeşil, mavi, kırmızı… Dünyada, kabiliyet, kalite ve sorumluluklarını ölçen ne kadar liste varsa hepsinde en kötüler arasına demir atan bir ülke haline gelmek can acıtıyor. Hukuk, şeffaflık, ifade özgürlüğü, basın hürriyetinden tutun da akademik listelerden, orta öğrenim değerlendirmelerine kadar, asgari ücretten gelir dağılımı adaletsizliğine kadar tek bir liste sektirmeden hepsinde birden en geride olmak Türkiye’nin uluslararası standardı haline geldi. Ne zaman geldi? Bilhassa ve hızla son beş altı yılda. Niye geldi? Hukuktan liyakata, dışarıda diplomasiden içeride siyasi uzlaşma kültürüne kadar ne varsa tekmelediğimiz için. Bir demokrasi olmanın ne demek olduğunu, demokrasinin nasıl işlediğini unutup ıskaladığımız için. Herşeyi birden, tek bakışla yönetmeyi yönetim modeli zannettiğimiz için. Hal böyleyken ortadaki tablo üzücü ve kahredici ama kesinlikle şaşırtıcı değildir.
Çoğu sahada ülkenin nasıl yönetildiği; yani hangi hiyerarşi mekanizmasıyla idare edildiğini bile bilmiyoruz. 128 milyar Dolar rezervi bu belirsizlik buharlaştırdı. Orman yangınları bu yüzden seyredildi. Akdeniz’de en haklı olduğumuz davada bu yüzden sonuç alınamadı. Hayat pahalılığı ise sadece kötü yönetimin değil, işlerin gittiği noktayı anlayamamanın neticesi. Son faiz indirim kararı da öyle… Cumhurbaşkanı Erdoğan emretti anlaşıldı ama bu sürecin en azından sekreteryasından sorumlu olduğunu zannettiğimiz Hazine ve Maliye Bakanı’nın sesini işiten olmadı. Türk lirası haftalardır dayak üzerine dayak yiyor ama bakandan ne bir teselli ne de bir keder cümlesi işitiliyor. Onun bu fevkalade önemli trafiği yerine kim veya kimler sevk ve idare ediyor, bilinmiyor.
Bu kadar bilinmezlik ve belirsizlik sadece bir ekonomi için değil kamu eline bakan bütün işler için; dolayısıyla ülke için hayırlı değildir.