Başa mı dönüyoruz yoksa?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Macaristan’a gederken, Suriye sınırımızda işlerin istediğimiz gibi gitmediğini; yani ABD ve Rusya’nın verdikleri sözleri tutmadığını söylemişti. Sözleri nedense pek sansasyon yaratmadı. Erdoğan aynı sözleri bir kez de dönüş yolunda tekrarladı. Bu kez kendisine “Bu durumda Barış Pınarı Harekatı devam edecek diyebilir miyiz?” sorusu yöneltildi. “Kesinlikle” diye cevapladı. Devamında da “Burada son terörist bölgeyi terk etmedikten sonra biz bu işi bırakmayız. Bu işin bir boyutu. İkinci olarak, diğer ülkeler buradan çıkmadıktan sonra biz buradan çıkmayız” ifadesini kullandı.
Hangi kısmı daha önemli bilemiyorum. Cumhurbaşkanı, Barış Pınarı harekatının yeniden başlayabileceğini de söyledi, TSK’nın Suriye’de bulunduğu bölgelerden çıkma şartını da ilan etti. ‘İkinci boyut’tan başlayacak olursak, “diğer ülkeler”in başında gelen Rusya, Suriye’den görünür gelecekte -hatta belki de hiç- çıkmayacağına göre TSK da Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı bölgelerinde aynı sürede kalacak demektir. En azından Türkiye’nin perspektifi budur. Ve bu, Suriye meselesinde Türkiye’den duyulabilecek en önemli cümledir.
Yine de bunu ileride çok tartışacağımız için şimdilik bir kenara bırakarak aktüel olana bakalım. Yani, verilen sözlere rağmen hâlâ sınırımıza yakın bölgede tur atan YPG meselesine… Bir ülkenin böyle bir problemde yapabileceği en büyük iki anlaşmayı (Ankara ve Soçi mutabakatları) yapmış olmamıza rağmen YPG meselesi hallolmadığına göre Türkiye’nin önündeki seçenek Erdoğan’a göre herakatı devam ettirmektir. Bir başka ifadeyle “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” noktasına geri dönmektir.
Eğer, durum Erdoğan’ın dediği gibi, harekatın devamını mecbur kılacak kadar tatsız ise bu, Suriye dosyasında en gergin aşamaya geldiğimizi gösterir. Washington ve Moskova başta olmak üzere birçok başkentin istemediği bir girişim tekrardan başlayacak demektir.
Nitekim, Erdoğan’ın mutabakatlara pek gönüllü imza atmadığı belliydi. Çünkü iki imza da ancak Türkiye’nin amaçladığı hedeflerin gerisinde bir seviyeyi garanti edebiliyordu. Bir noktaya kadar bu durum normal karşılanabilir. Sonuçta dış politikanın ‘al-ver’ kuralı vardır. Ne var ki şimdi o hedeflere de ulaşılamadığı anlaşılıyor. Erdoğan da şimdi tepkisini bu noktada dile getiriyor.
Bu yaklaşımın Putin ve Trump’la yapılacak görüşmeler öncesinde öfke ve kararlılık yansıtan boyutunu hesaba katmamız gerekiyor. Harekat yeniden mi başlar yoksa 120 saat ve 150 saat işe yaramadığına göre YPG’nin tasfiyesi bir kez daha kronometreye basılması mı tercih edilir kestirmek zor. Türkiye’nin hiç olmazsa ABD ve Rusya’nın verdiği sözleri yerine getirmesini beklemek hakkı olmakla birlikte onların bu konuda ne dediğini henüz bilmiyoruz.
Cevaplar Putin ve Trump’la yapılacak görüşmelerden sonra alınabilir. Tabii oralardan bu kez de başka soru işaretleri çıkmazsa…
Harekat, anlaşmalar, karşılıklı iyi niyet sözleri derken her şey çok hızlı geliştiği için herkes fazla iyimserliğe kapıldı anlaşılan. Görünen o ki Suriye’de önümüzdeki mesai tahmin edilenden daha çok uzayacak. Üstelik mesainin belirsiz, sürpriz tarafları da bir hayli fazla olacak.