‘Yorumlar’ın Hatırlattıkları
Geçen haftaki “Evliya - Kutsiyet – Keramet” başlıklı yazıma hem beğeni hem eleştiri mahiyetinde epeyce yorum yazanlar olmuş. Cümlesine teşekkür ediyorum.
Öğrencilerime hep şunu söylerim: “Hiçbir bilgi ve fikir hoca söyledi diye doğru olmaz, öğrenci söyledi diye de yanlış olmaz.”
Başımızı kuma gömmenin âlemi yok! İyisiyle kötüsüyle yepyeni, bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada onurlu bir birey, millet ve ümmet olarak var olmak istiyorsak –başta biz İlâhiyat ve Diyanet camiası olmak üzere- hepimiz bütün bildiklerimizi gözden geçirmeliyiz. Asırlardır ezberlerimizi tekrar etmemizin bizi nerelere getirdiğini görelim artık!
‘Pozitivist modernizm’in ürettiği manevi yoksunluk yüzünden insanlık, tarihinde ilk defa, dünyayı yok edebilecek kadar tehlikeli bir küresel ahlâkî sefalete sürüklenmiş bulunuyor. Elbette kültürümüzde bu tehlikeye karşı insanlığa rahmet olacak kurtarıcı değerler var. Ama Müslüman dünyayı bildiğimiz sorunların içine çekmiş olan, sorgulamaktan, test etmekten korktuğumuz ezberlerimiz de var.
Maksadım asla geçmişi, kurumlarımızı kötülemek değil. Ama nasıl ki, bireysel kusurlarımızı görüp düzeltmek için kendimizi sorgulama (muhasebe, murakabe) sorumluğumuz var ise; millet ve ümmet olarak da kendimizi, bilgilerimizi, ezberlerimizi sorgulamamız gerekiyor; bilhassa ahlâkî zaaflarımızın üstünü örtmek için kullandığımız dindarlığımızı, tarihimiz ve tarihî şahsiyetler hakkındaki ezberlerimizi sorgulamamız gerekiyor.
Merhum Aliye İzzet Begoviç’in dediği gibi, Müslümanlar olarak başımıza gelenlerin belki de birinci sebebi, bir sorgulama ve eleştiri kültürü geliştirememiş olmamızdır. Sorgulayıp eleştirenlere karşı tahammülsüzlüğümüz yüzünden kendi ülkelerinde yaşamaktan bunalan binlerce gelişmiş Müslüman beyinler Batı üniversitelerinde tutunabiliyorlar.
Bir yabancının kitabının adına gönderme yaptım diye beni “tasavvuf ve tarikat büyüklerine şaşı bakmak”la suçlayan sevgili yorumcuma ve benzerlerine, önceki yazılarımdan birkaç cümlemi hatırlatmak isterim:
l “…Tasavvuf, Kur’an’ın ve Sünnet’in bütün inananlarından istediği “sade hayat”ın adıdır.”
l “Özünde tasavvuf bir zühd ve takva çabası, edep ve terbiye yoludur.”
l “Şuna kesinlikle inanırım ki, bu yüksek anlamıyla tasavvuf İslam’ın zirve halidir.”
Müslüman dünyanın en derin ve en kuşatıcı düşünen âlim, mütefekkir ve mutasavvıfı kabul edilen Gazâlî, dokuz yüzyıl önce el-Munkızu mine’d-dalâl adlı ünlü biyografik eserinde (Kahire 1303, s. 18) şu ilkesel tespiti yapıyor: “Bilgi ve akıl sahibi insan önce gerçeği öğrenip tanır, sonra da söylenen söze bakar; söz gerçek ise, söyleyeninin Müslüman olup olmadığına bakmadan o sözü kabul eder.”
***
Doğru tasavvufa saygısıyla bilinen çok yönlü âlim ve müfessir Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l-gayb adlı geniş hacimli tefsirinde, ilgili ayetlerin yorumlarına sıra geldikçe elliyi aşkın yerde “Burada İslam’ın özeti olan iki esas dile getiriliyor. Bunların ilki ‘Allah’ın emrine tazim’ (saygı), ikincisi ‘Allah’ın yarattıklarına şefkat’tir” der. İlkinin Allah’a iman ve ibadetleri; ikincisinin de bütün yaratılmışların esirgenmesi, korunması ve haklarının gözetilmesi ile ilgili sorumlulukları yerine getirmeyi kapsadığını ifade eder.
Râzî’nin bu yorumu, Kur’an’ın ve Peygamber’in istediği dindarlık ve Müslümanlığın özetidir. Bir dindarlık anlayışı, –ister tasavvuf ve tarikatlara ister mezheplere dayansın, fark etmeksizin- Râzî’nin aktardığı bu iki ilkeye uygunluğu ölçünde İslâmî sayılmalıdır.
‘Allah’ın emrine tazim, –bazı belirtileri bulunsa da- bir yönüyle kişi ile Allah arasındadır ve büyük ölçüde özneldir. ‘Allah’ın yarattıklarına şefkat’ ise davranışlarla dışa yansıyan, insana ve varlığa dokunan, evrensel boyutlara varan nesnel iyilikler üretir. Hz. Peygamber’in ilk vahyin sarsıntısını yaşadığı sırada Hz. Hatice’nin onu teskin ederken sıraladığı niteliklerden de anlıyoruz ki, ilk baştan itibaren peygamberliğinin kanıtları, onun mucizeleri değil, ahlâkî erdemleri olmuştur.
Az önce andığım iki büyük zattan Râzî, İslam düşünce ve ilimlerinin, Gazâlî ise, bunların yanında tasavvufun da önde gelenlerindendir. Dikkat edilirse her ikisi de –günümüzde örneklerini bol bol gördüklerimizin aksine- dindarlık ve kurtuluş için gavsların, kutubların kurtarıcılığından, onların anlı şanlı keşf ve kerametlerinden söz etmemişler; Müslüman birey ve toplumların kendi sorumluluklarından, doğru inanç ve davranışlarıyla kendilerini dönüştürmelerinden bahsetmişlerdir.