Camel Blue
İnsanlar haksız yere öldürülüyor. Hayvanlar da öyle.
Sonuçlara bakılırsa insanı da pek savunan yok, hayvanı da.
Eline silahı/gücü alan, öldürme niyetini gerçekleştirmek üzere harekete geçiyor. Onu ancak başka bir silah, başka bir güç durdurabilir.
O güç ne BM ne de NATO.
O güç henüz yok. Ortada bazı güçler olsa da başka türlü bir irade, vicdan yok.
Her gün kan banyosu haberleri, her gün uyulmayan anlaşmalar çöplüğünde harcanan kelimeler, duygular. Bıktık demekten bile bıktığımız zamanlar.
Doğu Türkistan’daki derin zulümlerden sonra şimdi de Hindistan’da acı verici vahim niyet ve uygulamalar ortaya çıktı.
Ülkedeki yaklaşık 250 milyon müslümanı ikinci sınıf vatandaş konumuna indirgeyerek bir dizi hakkı gasbeden yaklaşımlar yasalaşmak üzere. Şimdiden Yeni Delhi başta olmak üzere müslümanlara yönelik tedhiş hareketleri, ev ve câmi yakmalar, yağmalamalar başladı. Hükümeteki faşist bakışla işbirliği içindeki paramiliter guruplar, müslümanlar üzerinde terör estirmek için akıl almaz şeyler yapıyor.
Nehru yaşasaydı!.. Yaşamıyor.
İdlib’teki trajedi rejimiyle Rusyasıyla başka boyutlarda her gün önümüzde.
Böyle bir vasatta şair Ali Ural, Karabatak dergisinin son sayısında dikkat çeken bir şiir yayınladı.
Şiir develere bir ağıt şiiri. Neredeki develer, ne alâka diyeceksiniz, demeyin. Avustralya’daki develer! Hani şu su kaynaklarını kurutuyor diye keskin nişancılar tarafından vurulması için karar çıkartılan develer. Hani şu Libyalı bir hayırsever tarafından beşbin tanesi satın alınıp kurtarılarak Libya’ya getirilen ama orada Hafter tarafından bombalarla, mermilerle karşılanan develer.
Deve deyip geçilebilir mi? Kuş deyip, balık deyip, insan deyip, çocuk deyip geçilebilir mi?
Ali Ural geçememiş. Durmuş. Bu şiiri yazmış. Okuyalım:
DEVEYE AĞIT
satranç tahtasına girdi deve siyah beyaz adımlar atarak
atın yanında at filin yanında fil atın yanında at
kıvılcımlar saçarak dört tarafa
yasakları çiğneyerek bütün yönleri çiğneyerek
birer ikişer beşer onar öne yana ve çapraz
ağır ağır arıtarak mizanını sahranın
her karede su içerek boynunu sallayarak her karede
bütün taşları tek tek yiyerek geviş getirerek sonra
eyvallah şahım demeden öfke vezniyle
“Deveye bakmıyorlar mı!”
bakmıyorlar deveye
“Bakmıyorlar mı” gerçekten
hecelerken yolu uzun kısa kapalı açık
orta direği gök çadırının bulutu kuraklığın
eşikleri coşturan Kasvâ gölgesi
helikopterler keskin nişancılar tüfekler
su kasidesinde yıkıldılar bir bir
Fuzuli öldürenler yazdı şikayetnameyi:
baş belasıydılar dünyanın ağır ağır yürüyorlardı
ağır ağır çiğniyorlardı üç kat kirpikleri vardı
dokuz gün su vermesen ölmüyorlardı
uysaldılar fakat tükürüyorlardı kızdıklarında
satranç tahtasında her yöne gidiyorlardı
çocuklarımızı korkutuyorlardı gölgeleriyle
klimaların suyunu içiyorlardı hem
cehennem cehennem cehennem
“Daha yok mu?” beş günde beş bin
“kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çare su”
size kalan söndüremeyecek ateşinizi
suyu çekildi dünyanın yılanlar doğuracak
çıngıraklar çalarken rüzgârıyla çölün
işe bak bir de su içmek istiyor develer
failâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
Öyledir, mahrum kaldığını düşündüğün şeyden esirgenmiş olabilirsin.