Yeni yıl umudu…
Bir yılı diğerine bağlayan gün, daha doğrusu an pek çoklarımız açısından gelecek için daha iyiyi talep ettiğimiz, her şeyin birkaç saniye öncesine göre daha farklı olacağını hayal ettiğimiz, farkına varmasak da antropologların ‘geçiş töreni’ dediği deneyimi yaşadığımız kısa bir zaman kesiti.
Muhtemelen umuda olan varoluşsal ihtiyacımıza denk geliyor, yaşama tutunmamıza yardımcı oluyor. Yıl bitince üstümüzdeki yükün kalkacağını varsaymamızı sağlıyor. Bu nedenle her yıl başında birbirimize iyi yıllar diliyor, umudumuzu canlı tutmaya çalışıyoruz.
Oysa tecrübelerimizle bildiğimiz gibi bir yıldan diğerine rakam dışında pek bir şey değişmiyor. Dünya sadece güneşin çevresinde bir tur daha atıyor, 1582 yılında zamanın papası 13. Gregory tarafından yayınlanan bir emirle başlangıcı belirlenmiş olan noktaya dönüyor.
Zaman akmış, biz yaşlanmış ve hayatın sonuna biraz daha yaklaşmış, üstelik de yıl içinde yaşadığımız sorunların bazıları çözülemeyecek kadar zorlaşmış oluyor. Ama biz yine de olasılıkta huzur arıyor, geçirdiğimiz yıldan kurtulduğumuz için samimi olmasak bile seviniyoruz.
Bu sevinçte pazarlama gurularının mistik hale getirdiği ağaç, ışık, renkli toplar ve Noel Baba temsilleriyle süsledikleri çevremizin rolü olduğuna şüphe yok. İsterseniz içine hegemonyayı, siyaseti, büyük anlatıların hayat tarzı belirleme yetisini de katabilirsiniz.
Umudun felsefesini yapan Plato’dan Kant’a düşünürlerden, belki bu konudaki kitabı nedeniyle Ernest Bloch’dan söz edebilirsiniz. Umudun değişimi engellediğini, insanı hayal dünyasına sürüklediğini ya da tam tersine değişimin tetikleyicisi olduğunu söyleyebilirsiniz.
Belki de umudu öldürmek isteyenlere fırsat vermeyelim, çünkü umudun ölümü -bırakın siyasi sonuçlarını bir kenara- insanın mekanikleşmesine, hayatın zevk veren aşkından dostluğuna, sanatından gastronomisine pek çok şeyinden arınmasına yol açma riski taşıyor diyebilirsiniz.
Yıl başlarında dilimize doladığımız dileklerin içinde ifadesini bulan umudun zaten soyut bir umut olduğuna, zamanın akışının geneline, daha müreffeh, daha huzurlu bir yaşamanın olasılığına işaret ettiğine atıfta bulunabilirsiniz.
Haklı da olabilirsiniz. Nihayetinde kimsenin Gazze’deki kıyım son kıyım olacak, yıl değişti diye Ukrayna’daki savaş bitecek, Türkiye demokratikleşecek, 1 Ocak 2024 insan hakları miladına dönüşecek, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının Anayasa hükmü gereği uygulanacak dediği yok.
Muhtemeldir ki 2024’de de Türkiye ve dünya siyasetinin temel parametreleri eskisinden farklı olmayacak. Belki ekonomimiz düzelecek, bazı savaşlar sona erecek ancak dünya ve belli ki Türkiye kendini anlama ve algılama anlamında epistemik bir sıçrama gerçekleştirmeyecek.
Benim mesleki dileğim yeni yılın daha iyi olmasından ziyade daha kötü olmaması. Ukrayna savaşının kazasız belasız bitmesi, nükleer tırmanmaya yol açmaması, Gazze’ye hapsedilmiş insanların haklarının ve hukuklarının korunması, oradaki savaşın bölgeselleşmemesi, bizi de içine çekmemesi.
Türkiye’nin başlattığı komşularıyla barışma, sorunlar yerine çözümlere taraf olma, Amerika ile yakınlaşma, sorunlarının bazılarını çözüp bazılarını aşma politikalarını sürdürmesi. AB ile yeni bir modus vivendi yakalaması. Üyeliği aksıda tutup gümrük birliği, vize serbestisi gibi konulara ağırlık vermesi.
Hep yazdığım gibi diplomasiden yana umutluyum. Türkiye’nin caydırıcılık ve yaptırım gücü anlamında daha da etkili olacağına, yeni silahları ve imkanlarıyla 2024’de daha büyük başarılara imza atacağına inanıyorum. Organize suçla mücadele de geleceğe biraz olsun iyimser bakmamı sağlıyor.
Kendim, ailem, yakın çevrem ve siz okuyucularım için dileğimse 2024’ün hepimize huzur vermesi, keyifli anlar yaşatması, geriye dönüp baktığımızda, bakabildiğimizde güzel günler de gördük diyebileceğimiz, daha az şiddet içeren, yaşadığımıza şükredebileceğimiz bir yıl olması.
Bu gün değişik bir şey yapmak isterseniz 1967’da ölen Şilili sanatçı Violeta Parra’nın hayata verdiği basit şeyler için teşekkür ettiği şarkısı Gracias a la vida’yı dinleyin derim. YouTube, Spotify ve daha pek çok mecrada hem kendisinden hem de başkalarından farklı yorumlarını bulabilirsiniz.
Joan Baez de söyledi ama benim en çok Mercedes Sosa’nın güçlü vurguları ve Fin kökenli İsveçli sanatçı Arja Saijıonma’nın “Jag vil tacka livet” yorumu hoşuma gidiyor. Her dinleyişimde hayata verdiği küçük mutluluklar, sağladığı basit imkanlar için müteşekkir olmam gerektiğini anlıyorum.
Galiba bu nedenle temenniyle çıkarsamaya, bilgiyle çözümlemeye çalıştığım gelecekten çok tanıdığım geçmişi seviyorum. Seçtiğim anlarından hatırladıklarımla, hatırlamak istediklerimle huzur buluyorum.
Özellikle böylesi günlerde, yapay dahi olsa hayatın dönüm noktalarında her yanımızı saran şiddeti, vahşeti, adaletsizliği unutmayı seçiyorum.
İmkanınız varsa bırakın bugün hayat sizi de içine çeksin, sürüklesin. Kötüyü değil iyiyi hatırlatsın. Küçük şeylerle, güzel bir müziğin tınısıyla, sevdiklerininiz yanınızda olmasıyla veya bu akşam konuşacağınız, buluşacağınız insanlarla mutlu etsin. Hiç olmazsa yeni yılınızın ilk anları güzel başlasın, eskisinin son saatleri keyifle ve huzurla geçsin…