Trollük saygın bir mesleğe mi dönüşecek?
Hayatımın ilk trolüne 1980’li yılların başında Oslo’daki bir hediyelik eşya dükkanında rastlamıştım. Büyük burunlu, estetik açıdan rahatsız edici ancak kendini zengin turistlere satın aldıracak kadar da sevimli küçük bir yaratıktı. Efsanelerden çıktıkları için farklı türleri vardı. Eskiden ormanlarda yaşadıkları, gelene geçene hayatı zehir ettikleri söylenirdi. Fakat troller nefret edilen değil sevilen, saygı duyulan masal kahramanlarıydı.
Yıllar sonra insanlara hayatı sanal alemde zehir eden türlerinin çıktığını gördük. Bunu bazıları İskandinav masallarındakilerle, bazılarıysa bir balıkçılık tekniği olan trolle özdeşleştirdi. Ama yalan haber ürettikleri, haksız yere suçlamalar yaptıkları, gerçek olmayan bir gerçeklik dünyasında hakikat sonrasının yaratılmasına katkıda bulundukları ve daha pek çok nedenle bu troller insanlara Oslo’dakiler gibi sempatik gelmedi.
***
Yine de “trollük” Türkiye’de de, dünyanın pek çok yerinde de mesleğe dönüştü. Hala amatör ruhla, siyasi inancı ya da eğilimi yüzünden sosyal medya saldırıları düzenleyenler, yalan haber yayanlar olsa bile önemli sayıda insan bu “iş kolunda” çalışıyor. Sadece siyasi partiler ya da şirketler değil devletler de troll orduları besliyor ve yetiştiriyor. Siber savaşın en önemli mücadelelerinden birinin kamuoyunu yönlendirme alanında verileceğine inanılıyor, ki zaten öyle de oluyor.
Uzmanlar Amerika’nın, Fransa’nın, Rusya’nın, İran’ın ve tabii İsrail’in bu konuda önemli mesafe aldığını söylüyor. Henüz oğlunuz ya da kızınız ne iş yapar denince göğsünü gere gere “trollük” diyebilecek aileler yok ama yakında olması çok mümkün. Çünkü trollük, tıpkı hackerlik gibi giderek daha fazla devletlerin maaşa bağladığı, karşı-istihbarat ve orduyla bir tuttuğu bir meslek grubu haline dönüşüyor.
Rus troller Amerika’daki seçimleri, Amerikalılar İran’daki toplumsal hareketleri yönlendirebiliyor. Trollük, hackerlik için açılmış okullar bile mevcut. Dünya öyle bir yer haline geldi ki kimin neyi hangi amaçla yaptığını ya da yaptırdığını kestirebilmek güç. 2015’de Türkiye’nin 40 ilinde birden 12 saatlik elektrik kesintisi yaşanıyor, Observer’de bir yazar bunu İran’a atfediyor, Türkiye’nin Yemen politikasına ilişkin bir uyarı diyor.
Doğru mu değil mi bilmek, kestirmek çok zor. Belki de Türkiye hem hacklendi, hem de trollendi. Aynı aktörler mi gerçekleştirdi, yoksa farklı devletler mi durumdan vazife çıkarttı bunu biliyorsa ancak istihbarat servisleri biliyordur. Bilmiyorsa da Türkiye’nin ciddi bir güvenlik açığı var demektir. Ama böylesi bir açık olmasa dahi Türkiye’nin siber savaşa hazırlıklı olmasında yarar olduğu kesin.
Konunun uzmanı değilim ancak okuduklarımdan çıkarttığım dünya siyasetinde iddiası olan devletlerin siber savaşa hazırlandığı, hatta bu savaşı verdiği yönünde. Bazıları savunmaya önem atfetse de asıl mücadele saldırıyla gerçekleşiyor. Bir yandan elektrik şebekenizi, bankacılık sistemlerinizi, hatta kişisel haberleşmenizi daha güvenli hale getirirken, diğer yandan muhtemel hasımlarınıza karşı saldırı yapmak için de hazırlıklı olmanız gerekiyor. Saldırı sadece fiziki sistemlerinize karşı değil aklınıza, idrakinize karşı da yapılıyor.
Amerika 2009’da NSA’in altında kurduğu USCYBERCOM’u 2018 Mayıs’ında Savunma Bakanlığı’na bağlı bağımsız bir komutanlık haline dönüştürdü. Geçtiğimiz hafta New York Times’da çıkan bir habere göre de Rusya’ya karşı fiziki sonuçları olan saldırılar yapmaya başladı. Bu arada komutanlığın görev tanımında “trollüğün” de olduğunu hatırlatmak gerek. Fransa 2016 yılı itibarıyla 2 bin 600 askerlik Avrupa’nın en büyük siber ordusunu kurdu. Almanya’nın, Rusya’nın, İsrail’in, İran’ın ve daha pek çok ülkenin bu alanda çalıştığını, hazırlık ve saldırı yaptığını okuyoruz.
***
Türkiye’de de İç İşleri Bakanlığı bünyesinde siber suçlara ilişkin bir birim olduğunu biliyoruz. TSK’nın Siber Savunma Komutanlığı var. MİT’in bu konuda iyi olduğu özellikle teröre karşı yapılan operasyonlardan anlaşılıyor. İnternet, sosyal medya manipülasyonları üstünde çalışan ve başarılı işler yapan akademisyenlerimiz de olmaya başladı. Fakat ne yazık ki etkilenen değil etkileyen konumunda olmak için daha iyi olmak, daha çok çalışmak, daha fazla kaynak ayırmak zorundayız.
Bu konuda en büyük meydan okumaysa teknik ya da ekonomik değil. Kaynak da bulunur insan da. Asıl sorun özgürlük güvenlik dengesinin korunmasında. Bir yandan dışarıdan gelen, gelebilecek olan saldırılara karşı hazırlıklı olmamız gerekirken, diğer yandan devletin ve iktidarın elinde biriken gücü içeride kullanmasının önüne geçmekte. Demokrasinin en güçlü olduğu, denge ve kontrol mekanizmalarının çalıştığı yerlerde dahi bunu sağlamak zor. Ama imkansız değil. Kontrol mekanizmaları kurulabiliyor. İstersek biz de yapabiliriz…