Tek devletli çözüm mümkün mü?

İkinci Dünya Savaşı sonrası Filistin’deki Yahudi varlığı devletleşme çabası içine girince BM daha önce de gündemde olan taksim planı üstünde çalıştı, ancak plan Araplar tarafından kabul edilmedi. İngiltere’nin manda yönetimini sona erdirdiği gün İsrail devletinin kurulduğu ilan edildi. Derken savaşlar savaşları takip etti fakat bölgenin iki devlet arasında paylaşılması fikri hiçbir zaman ölmedi.

Sadece yıllar içinde kurulması öngörülen Filistin devletine bırakılacak toprakların miktarı azaldı. BM taksim planındaki oran yaklaşık yüzde 45’ken, bugün çok daha aşağıda. Hedefse 1967 sınırları temelinde bir taksim gerçekleştirmek. Oslo Barış Süreci bu amaçla başladı. Filistin Kurtuluş Örgütü İsrail’in varlığını ve meşruiyetini 1967 savaşı öncesi sınırlar çerçevesinde kurulacak devlete ulaşmak için kabul etti.

Arap Barış Planı ve sayısız Birleşmiş Milletler kararı 1967 anlayışı temelinde gerçekleşecek iki devletli çözümü destekledi. Bu arada da İsrail sürekli genişledi, yeni yerleşim birimleri kurdu, Kudüs’ün uluslararası kabul görmüş statüsünü değiştirmek için çaba harcadı. Amerika da ona kuruluşundan bu yana bazen dolaylı, genellikle de açık destek verdi. Avrupa biraz daha itidalli görünse de aslında çok farklı davranmadı.

Genişleme artık öyle bir aşamaya geldi ki devlet kurmak, ayrı bir Filistin devletinin bekasını ve istikrarını sağlamak neredeyse imkansız hale geldi. Ayrıca Filistinliler hem coğrafi, hem de siyasi yönetim anlamında bölündü. Batı Şeria ile Gazze’yi birleştirme çabaları sonuç vermedi. Filistin davasının arkasında duracak devletlerin sayısı ve gücü de azaldı. 1973’deki gibi bir petrol ambargosu söz konusu değil.

Ürdün ve Mısır İsrail’le ayrı ayrı barış antlaşmaları imzaladı. Suudiler İsrail’den çok İran’dan korkmaya başladı. Arap kamuoylarında Filistin sorunu en krizli anlarında dahi öncelikli konu olmaktan çıktı. Suriye, Irak ve Lübnan ise kendi dertlerinde. Türkiye de öyle. PYD ve Amerika ile yaşadığımız diğer sorunlar Filistin hakkında pazarlık etmemize engel. Zaten etkimiz de ne yazık ki sınırlı.

Diğer yandan Amerika da hiç olmadığı kadar İsrail yanlısı. Trump Yönetimi Kudüs’ün statüsünü değiştirmek, 1967 sınırları dışındaki yerleşim birimlerinin insancıl hukuka, yani Cenevre Sözleşmelerine aykırı olduğu anlayışını öldürmek için elinden geleni yapıyor. Filistinlilere verdiği yardımları kesiyor, içeriği belli olmayan planlar hazırlıyor. Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyayı İsrail’in güvenlik çıkarlarına hizmet edecek şekilde düzenlemeye çalışıyor.

Daha da önemlisi düşünce kuruluşlarında, siyaset öneren yayın organlarında iki devletli çözümün artık mümkün olmadığı, zaten bunun büyük bir illüzyon olduğu fikri işleniyor. Sanki başka bir illüzyon değilmişçesine tek devletli çözüm önerileri gündeme getiriliyor. Foreign Affairs’in son sayısında olduğu gibi “uzmanlar” tek devletli çözümün mümkün olabileceğini, İsrail’in yeni bir anayasa yazabileceğini, iki halkın demokrasi içinde bir arada yaşayabileceğini söylüyor.

Doğrudur, zaman zaman Mahmud Abbas ve Kral Abdullah tarafından da gündeme getirilen ve İsrail’i rahatsız ederek müzakereye zorlamayı hedefleyen tek devletli çözüm formülü özünde kötü bir şey değil. Hayata geçirilebilse iki haklın bir arada ve iç içe yaşamasına, dünyanın pek çok başka yeri için emsal yaratılmasına yol açar. Fakat ne yazık ki hayata geçmez, İsrail ve İsrail halkının önemli bir çoğunluğu ülkelerinin Yahudi ağırlıklı karakterini kaybetmesini istemez.

Benzerini Filistinliler için de söylemek mümkün. Ama diyelim ki kabul ettiler, tek devletli çözüm temelinde, federal, konfederal ya da merkeziyetçi bir devlet içinde yaşamak için meşru temsilcileri aracılığıyla siyasi pazarlığa başladılar. O zaman muhtemelen müktesep haklarını da kaybedecekler, onca Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararı geçerliliğini yitirecek, yetersiz de olsa arkalarına aldıkları hukuki ve ahlaki destek ortadan kalkacak.

Umarım çözümsüzlüğün dayattığı bu yeni anlayış, onları tek devletli çözüm için taktik olmanın ötesinde bir çaba harcamaya yöneltmez. Nihayetinde Kıbrıs sorununun bile birleşmeyle çözümünün mümkün olmadığı bir dünyadan söz ediyoruz. Foreign Affairs’de Yusuf Munayyer’in yaptığı gibi üstünde mutabakat olmayan bir kaç prensibin ortaya atılmasıyla, 100 yıldan fazla bir süredir gündemde olan sorunun yepyeni parametrelerle çözümünü sağlamak mümkün değil.

Ancak suları bulandırmak, akılları karıştırmak, iki devletli çözümün tüm bilinen, kabul gören normlarını zemindeki gereklilik gerekçesiyle ortadan kaldırmak mümkün. Bana öyle geliyor ki bu tür öneriler karşısında dikkatli olmak, tüm gerçekleri hesaba katmak gerek. Durumun sürdürülemez olduğu gerekçesiyle böylesine radikal bir değişiklik sonuçları düşünülmeden kabullenilirse, Filistinliler için hayat daha da sürdürülemez hale gelebilir…

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum