Raymond Lavigne’i hatırlayan var mı?
Raymond Lavigne Wikipedia’nın bile zar zor hatırladığı eski bir sendikacı. 1851’de Bordo’da doğmuş, 1930’da da ölmüş. Size onu hatırlatmak istememin nedeni 1889’da Paris’te gerçekleşen 20 ülkeden delegelerin katıldığı İkinci Sosyalist Enternasyonel’in ilk kongresinde sunduğu öneri sayesinde bugünü, yani 1 Mayıs’ı kutlamamız.
O ve arkadaşları olmasaydı muhtemelen bizler ne böylesi bir günü kutlardık, ne de 4 Mayıs 1886’da Chicago Haymarket’te neler olduğunu bilirdik. Lavigne verdiği öneriyle toplantılarından üç yıl önce büyük bir provokasyonla biten bir grevin başlangıç tarihini, yani 1 Mayıs’ı bir sonraki yıldan başlayarak işçi sınıfının sekiz saatlik işgünü için mücadele edeceği gösterilerin yapılacağı gün olarak önermiş.
***
Önceleri gayri resmi kutlamaların, daha doğrusu eylemlerin yapıldığı gün zaman içinde sekiz saatlik işgünü gibi hukuki bir nitelik kazanmış, dünyanın pek çok yerinde kutlanmaya başlanmış. Günümüz itibarıyla 1 Mayıs’ı kutlamayan, 1 Mayıs’ta etkinlik düzenlemeyen ülke yok gibi. Sovyetler Birliği döneminde 1 Mayıs sosyalist sistemin en önemli bayramlarından biriydi ve proletaryanın zaferini simgelerdi.
Türkiye’de de 1 Mayıs ilk kez 1899’da İzmir’de, 1911’de Selanik’te, 1912’de de İstanbul’da kutlanmış. 1924 ve 1925’de yasaklamalar gelmiş fakat 1935 yılında resmen işçiler için tatil günü olarak kabul edilmiş. 1977 hemen hepimizin bildiği gibi Türkiye’deki 1 Mayıs kutlamalarında önemli bir dönüm noktası. Yaşanan katliam 1980 darbesinin de bir şekilde öncüsü olan bir olay. Failleriyse hala meçhul.
Bugün pek çok ülkede, şehirde kutlamalar yapılacak, gösteriler gerçekleştirilecek, hatta belki şiddet olayları yaşanacak. Yer tartışmaları, güncel siyasal sorunlar basına yansıyacak. Ama muhtemelen bundan önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da çok az yer ve zeminde işçilerin birey ve sınıf olarak haklarından bahsedilecek, somut talepleri dillendirilecek, çözüm önerileri konuşulacak.
Oysa bu özel günde konuşulması gereken çok şey var. Dünyada da Türkiye’de de çalışanlar, emeğini satarak yaşayanlar ciddi sorunlarla karşı karşıya. Sekiz saatlik işgünleri güvence altına alınmış, sosyal güvenlikleri sağlanmış, işsizlik sigortaları bağlanmış olsa da aslında her geçen gün görece yoksullukları artıyor. Zenginlerle fakirler arasındaki uçurum giderek daha fazla derinleşiyor.
Robotlar, yapay zekaya sahip makinalar giderek daha fazla onların işlerine gözünü dikiyor. Eskiden marketlerin bakkalların, çırakların sonunu getirdiğini söylerdik, çok yakında Amazon, Alibaba, eBay marketlerin sonunu getirecek. Otobüsler, taksiler şoförsüz gidecek. Benzeri pek çok meslek dalı için geçerli. Gazetecilik de, akademisyenlik de teknolojideki sıçramadan nasibini alacak.
Kağıt gazete basmak nostaljik bir lüks haline gelecek, okulda ders yapmak da öyle. Coursera şimdiden benim yerime talip. iTunes-U, Khan Academy, edX, School of Life pek çok konuyu bizlerden daha iyi anlatıyor. Tek bariyer olan dil de yakında Google Translate ve benzeri programlarla tamamen aşılacak. Haberi kaynağından ya da en iyi vereninden okuyacağız. Köşe yazarları yerini büyük bir olasılıkla sosyal medya etkileyicilerine bırakacak. Bu değişimlerin doğal olarak sosyal ve siyasal sonuçları olacak, savaşlar bile şimdiye değin hiç alışık olmadığımız silahlarla yapılacak.
***
Biliyorum, diyeceksiniz ki bunlar anlamsız, bizim o kadar çok sorunumuz var ki geleceği düşünecek halimiz yok. Haklı olabilirsiniz, sekiz saatlik işgününden, asgari ücretten dahi yararlanmayan yüz binlerce, milyonlarca insan var. Sendikasızlık, sigortasızlık dünya da Türkiye’de de had safhada. İşçilerin haklarıyla siyasetin, siyasi anlatının ve ideolojinin iç içe geçtiği de doğru. Dünya siyasetinden, dış politika tercihlerinden etkilendiğimiz de.
Ancak ileride daha çok sorunla karşılaşmamak için bunları da konuşmamız şart. İşçilerin ve onların temsilcileri bence geleceğe de bakmalı, tıpkı 1800’lerin sonunda olduğu gibi bir gelecek tasavvurları olmalı. Eğitim politikalarının ve yatırım önceliklerinin belirlenmesini, geleceğe ilişkin projeksiyonların yapılmasını sadece sermayeye, siyasete ve devlete bırakmamalı. Küreselleşmenin, teknolojideki baş döndürücü gelişmenin kendileri için ne anlama geldiğini tartışmalı. Çözümler üretmeli…