İsrail İran’a mı güveniyor?
Araplar neredeyse bir bütün olarak Yahudi göçüne ve İsrail devletinin kuruluşuna karşı çıktı. Filistin’in paylaşılmasını öngören BM planını kabul etmedi. 1948’de, 1956’da, 1967’de, 1973’de İsrail’le dört kez savaştı ama yenildi. Bazıları toprak ve bazıları da prestij kaybetti. Zaman içinde de sorun Filistinlileşti, Arap ülkeleri sadece dışarıdan destek vermekle yetindi. Mısır ve Ürdün örneğinde gördüğümüz gibi kimileri çatışma yerine uzlaşmayı seçti.
Çoğu da İsrail’in devlet olarak varlığını fiilen tanımaya, 1967 sınırları ve statükosu çerçevesinde kurulacak iki devletli çözümü desteklemeye başladı. Hukuken tanıma için gerekli olan İsrail’in Filistinli muhatabıyla anlaşması, biraz toprak ve biraz da siyasi taviz vermesiydi. Ancak 2002’de Suudi Arabistan tarafından ortaya konan bu öneri, daha doğrusu plan pek çok badire atlatmasına karşın Trump’ın ve damadının baskısına dayanamadı.
15 Eylül 2020’de Beyaz Saray’da yapılan bir törenin ardından Birleşik Arap Emirlikleri’nin öncülüğünde çözüm olmadan yakınlaşma, diplomatik, ekonomik ve hatta askeri normalleşme ivme kazandı. Bir yandan Amerika’nın ağırlığı ve etkisi, öte yandan İran tehdidi Arap ülkelerini İsrail’e yakınlaştırdı. Bazıları da sıkı pazarlık edip Washington’da istediklerini aldı. Kimisi bir yerlerdeki egemenlik iddiasının tanınmasını, kimisi de konan yaptırımların kalkmasını sağladı.
Filistin sorunundan bıkmış, kendi sorunlarına çözüm bekleyen, yaşadıkları rejimlerin gereği bu gibi konularda infial ve isyan dışında fazla söz sahibi olmayan Arap kamuoyları da olana bitene pek ses çıkartmadı, hatta destek bile verdi. Economist ’in son sayısında yer alan habere göre 2020 yılında yapılan kamuoyu yoklamaları bu desteğin BAE’de yüzde 47’ye, Bahreyn’de yüzde 45’e ulaştığını gösteriyordu.
Şimdi bu oran Emirlikler’de yüzde 25’e, Bahreyn’de yüzde 20’ye düşmüş vaziyette. Nedeni belli ki işbaşına gelen yeni Netanyahu Hükümeti’nin bazı bakanlarının, özellikle de koalisyon ortağı aşırı sağcı olarak nitelenen Otzma Yehudit Partisi’nin başkanı Ben Griv’in uygulamaları ve açıklamaları, Milli Güvenlik Bakanı olarak kutsal yerlere hakkı olmadığı halde gitmesi. Economist Netanyahu’nun BAE’ne yakında yapacağı ziyaretin de BEA tarafından iptal edildiğini yazıyor.
Şimdilik kutsal yerlerin statüsü konusu BM Güvenlik Konseyi’nin geçen haftaki toplantısı ve Biden Yönetimi’nin İsrailli Bakanı kınayan açıklamalarıyla yatıştırıldı. Bir kaç hafta içinde ABD Dışişleri Bakanı Bilinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın İsrail ziyareti sırasında bölgeyi ilgilendiren konular arasında bu ve benzeri sorunların da konuşulacağı, Arap-İsrail yakınlaşmasının öneminin vurgulanacağı söyleniyor.
Yeni İsrail hükümetiyse Filistin bayrağının yasaklanmasından Batı Şeria’nın başka bazı bölgelerinin daha İsrail yerleşimlere açılmasına varan icraat ve açıklamalarla hem gelecek heyeti, hem de kendilerine destek veren, “tamam sorunu çözmeyin ama statükoyu koruyun” diyen Arap rejimlerini zor durumda bırakıyor. Filistinliler üstündeki baskı her geçen gün daha da artıyor, ayrımcılık çoğalıyor.
Economist'in iması Filistinlilere ne olursa olsun Arapların çok büyük tepki göstermeyeceği, geçmişte olduğu üzere suların durulmasını bekleyecekleri yönünde. Ariel Şaron’un bundan 22 yıl önce Mescid-i Aksa’ya girişine ve arkasında gelen intifada dalgasına referans verseler de, soruna İbrahim Anlaşmaları kolay kolay bozulmaz, olsa olsa biraz tepki gösterirler ve sonra yine işler yoluna girer diye bakıyorlar, ki bence haklılar.
Amerika etkisi ve Körfez ülkeleri üstündeki İran tehdidi var olduğu, monarşiler meşruiyetlerini stratejik yükümlülüklerinden aldıkları, paralarını sistem üstünden kazandıkları sürece tepkiler göstermelik kalır. Fakat bu şartlar altında ne Suudilerin İsrail’le resmen barışması, ne de Türkiye gibi ülkelerin İsrail’le samimiyeti ve derinliği olan ilişkiler geliştirmesi mümkün olur.
İsrail bunları önemser mi dersiniz büyük bir kısmı evet ama siyasi ve kendi açısından hukuki varoluş savaşı veren Netanyahu ve şu anki hükümeti bence önemsemez. Yine de beklememizde, Araplardan daha Arap olmamamızda yarar var. Atacağımız tek taraflı “radikal” bir adım İsrail’le olan ilişkilerde başladığımız noktaya dönmemiz kadar pek çok Arap ülkesiyle ilişkilerimizin gerilmesine de neden olabilir.
Zaten bu sorunun görünür bir gelecekte çözümü yok. Şimdiki veya bundan sonraki bir iktidarın Filistinliler için de Türkiye için de yapabileceği en iyi şey, uluslararası platformlarda statükoyu korumaya yönelik çabalara destek vermek, yeni yeni barışmaya başladığı Arap komşularıyla temas içinde sorunun yönetimine katkıda bulunmak, diplomatik kanallardan memnuniyetsizliğini dillendirmek olur gibi görünüyor…