Çevremizdeki savaşlar ve olası savaşlar
Uluslarası Kriz Grubu’nun iki yöneticisi Comford Ero ve Richard Atwood Foreign Policy’nin web sayfasında 2023 yılında çıkabilecek ya da şiddetini arttırıp dünyayı etkileyebilecek 10 çatışmayı listelemiş. Listenin ilk sırasında Ukrayna savaşı yer alıyor ve yazarlar diplomasiye öncelik tanıyın çağrısı yapıyor. Son sırada ise Tayvan var.
Yazı, 1859’dan bu yana görülmemiş parti içi bir gerilimin sonunda varılan uzlaşmayla 15’inci turda iki gün önce Temsilciler Meclis’ine başkan seçilen Kevin McCarty’nin seçildiği takdirde selefi Pelosi gibi Tayvan’ı ziyaret edeceği sözü ve bu sözün yerine getirilmesinin doğurabileceği olası sonuçlarla bitiyor.
Yazarların önerisi Tayvan’ı destekleyin ama aynı zamanda politikanızın değişmediğini de belli edin yönünde. Biden’ın Kasım ayında Bali’de gerçekeleşen G-20 Zirvesi sırasında Çin Devlet Başkanı’na bu garantiyi açıkça vermesinin öneminin altını çiziyorlar, fakat belli ki bunun yeni bir üst düzey ziyaret durumunda yetersiz kalabileceğini görüyorlar.
Listelerinde Yemen, Etiyopya, Ruanda ile Kongo arasında yaşanan gerilim, Sahel bölgesindeki istikrarsızlık, Haiti ve hatta iç savaş semptomları sergileyen Pakistan da var. Neyse ki bizim doğrudan tarafı olduğumuz ya da olacağımız bir sorun yok. Krizler konusunda uzmanlaşmış grubun temsilcileri Türkiye ile mesela Yunanistan arasında bir kriz öngörmüyor.
Ancak çatışma, ciddi bir krize dönüşme potansiyeli gördükleri iki sorun alanı bizi doğrudan ilgilendiriyor, Ukrayna kadar olmasa da Türkiye’yi ciddi şekilde etkileme olasılığını içinde barındırıyor. Bunlardan ilki dolaylı biçimde tarafı olduğumuz Azerbeycan-Ermenistan ihtilafı, ikincisi komuşumuz İran’ın nükleerleşme programının şartların zorlamasıyla kaçınılmaz görünen sonu.
İlkinde Rusya’nın yaptırım gücünün azalmasının ve Avrupa’nın Rusya’nın bölgedeki etkisini kırmak amacıyla alternatif çözüm aramasının yaratabileceği sorunlara değiniliyor. Ermenistan güçsüzleşirken, Azerbaycan’ın güçlendiğinin altı çiziliyor. Bakü’nün nihai çözümü diplomasi yerine güç kullanmada arayabileceği, iki taraf arasında konuşlanan Rus barış güçlerinin geçtiğimiz yıl çıkan çatışmaları durdurmakta etkili olamadığı hatırlatılıyor.
İkincisinde ise İran’ın başörtüsü protestoları, buna karşı aldığı sert tedbirler nedeniyle dünya siyasetinden zaten yeterince izole edilmişken Rusya’ya askeri yardımda bulunmasının 2015’de P5+1’le vardığı mutabakata geri dönülmesi, daha doğrusu ABD’nin bu uzlaşmaya yeniden katılması için sürürülen müzakerelerin sonuçsuz kaldığına ve muhtemelen de sonuçsuz kalmaya mahkum olduğuna dikkat çekiliyor.
Uygulamaya konacak daha fazla yaptırımın İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ından (NPT) çekilmesiyle sonuçlanabileceğini, bunun da ABD ve özellikle İsrail için savaş nedeni olabileceğini, saldırmaları halindeyseyse savaşın bölgeselleşeceğini söylüyorlar. Onları iması İran’la müzakerelerin sürmesi yönünde. Öte yandan müzakereyle uzlaşmanın rejimi kurtarmak olarak görülmesi nedeniyle mümkün olmayacağını da düşünüyorlar.
Denklemlerinde geçtiğimiz günlerde ilginç bir koalisyonla yeniden iktidara gelen, gelir gelmez de kutsal yerler konusunda uluslarası kriz çıkartan, Güvenlik Konseyi’ni toplanmaya sevk eden Netanyahu hükümeti yok. Diğer krizlerde de tüm olası değişkenleri değil, yazdıkları anda etkisi en çok olabilecekleri ele almışlar ve onların yansımaları üstünden geleceğe ilişkin çok da iç açıcı olamayan tahminler yürütmüşler.
Saydıkları sorunların, krizlerin ve savaşların hepsi büyür veya derinleşir mi doğrusu kestirebilmek güç. Ama bizi doğrudan etkileyebilecek olanlara karşı hazırlı olmamızda yarar var. Ukrayna savaşı sürer ve tırmanırsa da, İran ABD, İsrail ve aslında bölgenin diğer aktörleriyle çatışırsa da, Azerbaycan elinde olan ya da olmayan nedenlerle diplomasi yerine savaşmayı seçerse de sorunların dışında ama çözümlerin içinde yer almamız gerekiyor.
Unutmayalım ki Ukrayna savaşı Türkiye’ye önemli bir tecrübe yaşattı. Bu tecrübeyi diğer sorun alanlarına da taşımamız, Ukrayna sorunu karşısındaki “tarafsızlığımızı” şimdi de, seçimden sonra da sürdürmemiz şart. Bu savaşların enerji fiyatlarında artışa, tedarik zincirlerinde kırılmalara yol açabileceğini görmemiz, mümkün olduğunca tedbir almamız da öyle. Ancak sorunlardan ve krizlerden yararlanabileceğimizi, Kıbrıs’tan Suriye’ye pek çok alanda beklentilerimizin karşılanmasını talep edebileceğimizi de aklımızda tutarak.
Çünkü Türkiye son bir kaç yüzyıllık tarihi boyunca dünya dengelerindeki değişikliklerden de, kriz ve savaşlardan da doğru kararları verebildiğince, öngörülü davranabildiğince yararlandı. Bazen coğrafyasını, bazen de demokrasisi dahil elindeki diğer imkanları kullandı. Atlantik Konseyi’inden Rich Outzen’in Aralık sonunda yazdığı gibi son yıllarda da askeri gücünü, gücünü yansıtma yeteneğini görülmemiş bir şekilde arttırdı.
Bugün Türkiye savaşların seyrini değiştiren insansız hava araçları üretiyor. Katar'dan Somali’ye, Kuzey Irak’tan Libya’ya askeri güç konuşlandırıyor. Etiyopya, Nijer, Togo ve daha bir çok ülke ile askeri anlaşmalar imzalıyor. Hava savunmasını güçlendirecek yeni projeleri hayata geçiriyor, milli muharip uçak programını sürdürüyor ve kıtalar arası müdahale yeteneğini arttıracak gemiler inşa ediyor. Giderek çıkarları ve beklentileri daha az görmezden gelinecek bir ülke haline dönüşüyor.
Tercihan şimdi ama muhtemelen seçimlerden sonra demokrasi açığını kapatıp, insan hakları ayıplarından kurtulursa, deneme-yanılmanın maliyetini hesaba katıp komşuları başta olmak üzere dünyayla, hepsinden önemlisi kendisiyle barışık bir ülke haline dönüşürse ve tabii ki ekonomisini de rayına oturtursa, krizlerde de normal zamanlarda da dediğini daha da çok dinletir, çıkarlarını daha da ciddiye aldırır…