Çatışmadan uzlaşmaya…
Yakın zamana kadar hemen herkesle sorunlu olan Türkiye değişiyor, sorunlarını çözmek veya aşmak için çaba harcıyor. Ermenistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri’yle, en son olarak da İsrail’le ilişkilerini normalleşme aşamasına getirdi. Antalya’da birbiriyle savaşan iki ülkenin Dışişleri Bakanlarını bir masa etrafında buluşturdu.
Ukrayna savaşında hukuki olmasa da siyasi tarafsızlığı seçmesi Amerika ve Avrupa’nın eleştirisine değil övgüsüne neden oldu. Biden, Erdoğan’la konuştu. ABD Dışişleri Sözcüsü Türkiye’nin diplomatik çabalarını takdirle karşıladıklarını belirtti. Bugün İstanbul’da Yunanistan Başbakanı ağırlanacak, yarın da Almanya Başbakanı Ankara’ya gelecek.
Antalya’daki toplantıya katılan başta NATO Genel Sekreteri ve Ermenistan Dışişleri Bakanı olmak üzere diğer üst düzey konukları dikkate alırsak Türkiye’nin diplomatik yalnızlıktan kurtulduğunu söyleyebiliriz. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda da görünür, anlaşılır adımlar atarsa, mesela AİHM kararlarını uygularsa, algısı da değişir, çıkar ve beklentilerini çok daha rahatlıkla korur.
Yine de önümüzde zorlu bir süreç var. Ukrayna’daki savaş bütün dünya gibi bizi de sarsacak, kırılgan olan ekonomimizi daha kırılgan hale getirecek. Gaz ve petrol fiyatlarının artışı enflasyonu azdıracak. Yaptırımlar dolaylı olarak etkileyecek. Ukrayna ile olan her türlü ticaretimizin kesilmesi olasılığı yüksek. Savaş, yaptırım ve belirsizlikten turizm de bu yaz nasibini muhtemelen alacak.
Savaşın uzaması halinde taraf olun baskıları da olacak. Rusya’ya yaptırım uygulamamız istenecek, en azından yaptırımların ikincil etkilerine, türev sonuçlarına maruz kalacağız. En kötü ve en az olası senaryo olmakla birlikte Ukrayna’ya yapılan silah yardımlarının bizi de savaşa sürükleme potansiyelini içinde barındığını kabul etmemiz gerek.
Polonya’nın eski uçaklarını Almanya üstünden Amerika’ya teslim etmek istemesi gibi çıkışlar ya da İngiltere’nin omuzdan da atılan füzeleri Rusya’yı risk almaya, NATO’yu da cevap vermeye zorlayabilir. Santrallardan kaynaklanan nükleer sızıntı ihtimaline karşı da hazırlıklı olmamızda yarar var. Ayrıca Rusya’yla Montrö veya başka bir nedenle ilişkilerimizin gerginleşebileceğini de göz ardı edemeyiz.
Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra savaş Türkiye için fırsatlar da sunmakta. Eğer dengeleri koruyabilirsek Amerika ile olan F16/F35 gibi sorunlarımızı çözmemiz, Suriye’de taraf seçmesini sağlamamız, Kıbrıs’ta daha adil olmaya teşvik etmemiz mümkün olabilir. Şartlar da müsait. İsrail’le barışan, Ermenistan’la ilişkilerini normalleştiren Türkiye Amerika için çok daha değerli.
Paradoksal görünebilir ama Rusya ile de eş zamanlı olarak ilişkilerimizi geliştirip, ticari anlamda derinleştirebiliriz, yatırımlarını, turistlerini çekebiliriz. Dünyanın başka yerlerinde karşılaştıkları ayrımcılık, seyahat yasakları ve vize gibi sorunlar yüzünden Ruslar için tercih ettikleri kadar mecbur da oldukları bir tatil destinasyonu haline gelebiliriz.
Savaş ve yaptırımlar nedeniyle artan enerji maliyeti ve alternatif kaynaklar bulma gereksinimi Doğu Akdeniz gazının Türkiye üstünden Avrupa pazarına aktarılma fikrinin canlanmasına neden olabilir. Hatta Kıbrıs sorununun çözümü beklenmeden statükonun KKTC lehine dondurulmasıyla GKRY ile Türkiye arasında bir modus vivendi bile yaratılabilir.
Yeter ki isteyelim, duygusal çıkışlar yerine rasyonel duruşlar sergileyelim, dünya siyasetini ve dengelerini şimdiki gibi doğru okumayı sürdürelim, ideolojik tartışmalar arasında boğulmayalım. Başkalarını eleştirmek, dünya sistemini değiştirmek yerine kendi yaptıklarımıza bakalım. Hepsinden önemlisi de arabuluculuk, kolaylaştırıcılık çabalarımızı bıkmadan, usanmadan devam ettirelim.
Unutmayalım ki arabuluculuk yapmaya çalıştığımı iki devlet de zor durumda. İkisinin de onurlu bir çıkışa ihtiyacı var. Rusya istediği gibi ilerleyemiyor. Ukrayna istediği gibi savaşamıyor. Yabancı savaşçılara davetiye çıkartmaları bunun en bariz göstergesi. Aslında Antalya’ya gelmeleri de bir ölçüde öyle.
Bellingcat ve benzeri açık istihbarat kaynaklarından Rus birliklerinin durumunun tahminlerin ötesinde kötü olduğu anlaşılıyor. Askeri uzmanlar birliklerin yönetilemediğinden, üst düzeyde çok zayiat verildiğinden, eski teknoloji silahlar kullanıldığından, lojistik destek sorunları yaşandığından söz ediyor.
Yaptırımların da canlarını acıtmadığını, ileride daha da acıtmayacağını söylemek imkansız. Zaten Rusya’nın tavrında da bir yumuşama seziliyor. Artık rejim değişikliğinden değil somut taleplerden, Kırım’dan, Donetsk’den, Lugansk’tan bahsediyor. Ukrayna’dan NATO üyesi olmayacağını teyit etmesini talep ediyor.
Ukrayna da bir süre sonra kendisine verilen sözlerin gerçekleşmeyeceğini, kimsenin onları kurtarmak, siyasi amaçlarına ulaşmalarını sağlamak için Cumhurbaşkanlarının hitabet gücüne rağmen güvenliğini ve geleceğini riske atmak istemeyeceğini iyice anlayacak. Uçuşa yasak bölge gibi taleplerinden vaz geçecek. Bana öyle geliyor ki şehir savaşının insani maliyetini dahi idrak edecek.
AB, ABD ve İngiltere caydırıcılıktan, yaptırımlardan, silah yardımlarından söz etse de savaşın uzamasının getireceği risklerinin bence farkındalar. Foreign Affairs’e yazan Columbia’dan Stephen Biddle gibi akademisyenlerin geçmiş deneyimlere bakarak ne cins askeri yardımın ne kadar tepki doğuracağına ilişkin yaptığı çıkarsamanın pratikte hiçbir anlam ifade etmeyeceğini biliyorlar.
Savaşın uzaması halinde NATO ve AB içinde çatlakların oluşabileceğini görüyorlar. Borell’in içi boş açıklamasının, Polonya’nın Almanya’yı ve Amerika’yı zora sokan uçak hamlesinin, İngiltere’nin gücünün ötesindeki atılganlığının, insani desteğe, mültecilere kucak açmaya gelince işi formaliteye bağlayan tavrının nelere mal olabileceğini anlıyorlar.
Washington’u belli ki savaşın uzamasından çok NATO’nun bütünlüğünün ve caydırıcılığının korunması, ittifak üstündeki ipoteğinin güçlenmesi ilgilendiriyor. Barış olsa da Amerika’nın Rusya’yı baskı altında tutmaya, her anlamda çevrelemeye, bir daha toparlanıp askeri tehdit oluşturmamasını sağlamaya çalışacağına şüphe yok. Ancak tırmanma çıkarına değil.
Kaldı ki Ukrayna’da kurdukları laboratuvarlarda biyolojik silah ürettikleri iddiası da canlarını sıkacağa, verdikleri desteğin samimiyetini ve meşruiyetini sorgulatacağa benzer. Guardian bu konuda şimdiden kapsamlı bir haber yapmış. Kimseyi suçlamamış ama şüpheleri dile getirmiş. Yakında Stephen Kinzer’in 2019’da basılan Poisoner in Chief (Zehirci Başı) kitabı da tartışmalara katılacaktır.
Yanılıyor olabilirim ama bana Almanya ve Fransa da savaşın bir an önce bitmesinden yana gibi geliyor. Sürmesi halinde ödeyecekleri bedelin kaldıramayacakları kadar artmasından çekiniyorlar. Önemli bir pazarı temelli kaybedeceklerinden, enerji tedarikinde ciddi sıkıntı çekeceklerinden, AB’nin stratejik otonomisini sağlayamayacaklarından endişe ediyorlar.
Savaşın sürmesi halinde milyonlarca ve belki 10 milyonlarca Ukraynalıyı tahminlerinden çok daha uzun bir süre “misafir etmek” zorunda kalacaklarını, bunun sorunlara yol açacağını görüyorlar. İlk şok atlatıldıktan, Zelenskiy’nin karizması abartılı talepleriyle erozyona uğradıktan sonra halklarının sadece kendilerine benziyor diye Ukraynalıları kucaklamayı sürdürmeyeceklerini biliyorlar...