Bir başka Thukydides tuzağı
Thukydides MÖ 460-400/404 yılları arasında yaşadığı düşünülen bir general ve ayni zamanda tarihçi. Önemi Atina ile Sparta arasında 27 yıl süren Peloponez Savaşlarının büyük bir kısmını yazmasından, ama asıl binlerce yıl sonra Realist öğretinin temsilcileri tarafından keşfedilmesinden, güç dengelerindeki değişim korkusunun savaşların nedeni olduğunu söylemesinden kaynaklanıyor.
Ege’de küçük bir ada devletinin vatandaşları olan Miloslular ile Atinalılar arasında geçtiğini yazdığı diyalog günümüzde neredeyse tüm uluslararası ilişkilere giriş kitaplarının ayrılmaz parçasıdır. O diyalogda Miloslular haktan, hukuktan, adaletten ve bu yüzden tanrıların kendilerinin yanında yer alacağından söz ederken, Atinalılar güçlü olmaları yüzünden muhataplarının taleplerine uyması gerektiğini vurgular.
Bağımsız, bağlantısız kalmak isteyen Miloslular, -muhtemelen biraz da Spartalılarla uzaktan akraba oldukları için- güce biat etmektense savaşmayı seçer ve tabii ki yenilgiye uğratılıp, yok edilirler. Gerçi sonunda Peloponez Savaşlarını Spartalılar kazanır ama Realistlerin verdiği, vermek istediği mesaj değişmez. Thukydides’e dayanarak gücün her şey değilse de çok şey olduğu bir dünyada yaşadığımızı söylerler, gücümüzle orantılı hareket etmemizi öğütlerler.
Thukydides Tuzağı ise Harvard’ın kıdemli hocalarından Graham Allison’un 2017’de yayınlanıp “Best Seller” olan “Destined for War” başlıklı kitabının ana teması. Allison, Thukydides’in işaret ettiği “korkudan” yola çıkarak büyük devletler arasındaki rekabetin savaşlara yol açabileceğinin altını çiziyor. Kitabında ve yazdığı makalelerde, televizyon programlarında son 500 yıldır hegemonyaya karşı 16 meydan okumadan 12’sinin savaşla sonuçlandığına dikkatimizi çekiyor.
Graham Allison’un uyarısı Amerika’nın Çin politikasına yönelik. Çin’den korkup kontrolsüz bir savaşın içine sürüklenmeyelim, korku tuzağına düşmeyelim diyor. Ülkesine tarihten ders almaları tavsiyesinde bulunuyor, nükleer bir savaşın yıkım, yok oluş anlamına geleceğini belirtiyor Güç kullanma tehdidinde bulunmanın kaçınılmaz olacağını ama statükoyu korumak için de kurallar konmasının gerekli olduğunu söylüyor.
Tüm bunların bizim açımızdan önemiyse Türkiye’nin de bu tür bir tuzaktan etkilenebileceği gerçeğinden kaynaklanıyor. Çünkü Amerika belli ki Türkiye’nin çıkarlarına özen gösterilmesi, uluslararası normlara bağlı kalınması, hakkaniyet ve adalet ilkelerine dikkat edilmesi çağrılarını hegemonyasına saldırı addediyor. Yine belli ki tıpkı Atinalıların Milosluları gördüğü gibi bizi saf değiştirecek, kendisi yerine Rusya’yı ikame edecek bir ülke olarak değerlendiriyor.
Büyük olasılıkla aramızda savaş çıkmayacak, ABD bize saldırmayacak fakat oyunu kurallarına göre oynamazsak üstümüzdeki baskısını sürekli arttıracak. Yaptırım tedbirleri, zamansız “soykırım” oylamaları bunun en bariz göstergesi. Ayrıca ABD’nin kendi içinde yaşadığı sorunlar, Trump ile Türkiye politikasının bir tutulması ve azil süreci de bizi ve ikili ilişkileri yorma potansiyeli taşıyor. Üstelik Amerika’da Türkiye’ye karşı eksen kayması tartışmalarıyla başlayan ve kabul edelim ki hatalarımızla da tırmanan bir ötekileştirilme süreci işliyor.
Oyunun kuralı tehditle ve/veya mükafatla onlara onlar için önemli olduğumuzu göstermek. Eskiden bunu coğrafi konumumuzla, çevreleme stratejilerindeki yerimizle yapardık. Boğazlarımızı koz olarak kullanırdık. Sonra model ülke olduk, derken “Arap Baharı” geldi ve kendimize yeni anlayış içinde yer bulduk. Son dönemde de pragmatik nedenlerle Rusya’ya yakınlaşarak önemimizi hissettirdik. Ticari hedefler koyduk. Belki de bu sayede Amerika’nın YPG’yi 30 kilometre geri çekmesini sağladık. Ancak bizi müttefik olarak görmelerini sağlayamadık.
***
Müttefik dediklerinde bizden, yani 1946’dan bu yana fiilen, 1952’den bu yana da hukuken müttefikleri olan Türkiye’den bahsetmiyorlar. IŞİD’e karşı savaştırdıkları PYD/PKK’yı müttefik olarak görüyorlar. Bizim IŞİD’i ağır bir askeri ve siyasi yenilgiye uğrattığımızı görmezden geliyorlar. Küresel bir kriz çıkması halinde Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi, İncirlik’te konuşlu nükleer silahlar ve NATO tetikleme mekanizmaları yüzünden nükleer bir savaşta yok olmayı baştan kabullendiğimizi dikkate almıyorlar.
Ortada patolojik bir durum var. Fakat ABD’yi bu durumun varlığına ikna etme, onların bizden “korkmamasını” sağlama sorumluluğu Türkiye’de. İşimiz kolay değil. Ama imkansız da değil. Dünya Thukydides’in ve bazı Realistlerin anlattığı kadar vahşi ve kuralsız da değil. İstersek onlara benzediğimizi, istek ve beklentilerimizin abartılı olmadığını gösterebiliriz. Türkiye’yi tanımlarken kullandıkları “olumsuzlamalardan” işe başlayıp, daha demokratik, insan haklarına daha saygılı bir ülke haline gelebiliriz.
Belki biraz da dış politikamızı değiştirebiliriz. Mesela İsrail’de Netanyahu’nun başında olmadığı bir hükümetin kurulma olasılığının yarattığı fırsattan yararlanarak diplomatik temsili yükseltebiliriz, Mısır’la olan ilişkilerde yeni bir ivme yakalayabiliriz, Suriye rejimiyle Adana Mutabakatı temelinde atanacak bir özel temsilci marifetiyle doğrudan ilişkiye girebiliriz. Böylece hem hafifler ve güçlenir, hem de dünyaya farklı bir Türkiye mesajı veririz. Bana öyle geliyor ki çıkarlarımızı da, beklentilerimizi de böylece daha iyi koruruz...