ABD seçimini yaparken…
Amerika dün itibarıyla seçimini yaptı, Senato’sunun üçte biri, Temsilciler Meclisi’nin tamamı, hepsinden önemlisi de başkanını resmen belirleyecek 538 delege için oyunu kullandı. Seçim sisteminin karmaşıklığı nedeniyle tüm sonuçların hemen belli olması beklenmiyor. Belli olan sonucun da tartışmalardan azade olmayacağı düşünülüyor. Korkulan bir önceki seçim sonrası yaşananların prova gibi kalması.
Kamuoyu yoklamaları başkanlık yarışının başa baş gittiğine, Pensilvanya başta olmak üzere salıncak eyaletlerde Demokratlarla Cumhuriyetçilerin, Harris’le Trump’ın oylarının birbirine çok yakın olduğuna işaret ediyor. Ayrıca bilindiği gibi Amerika’da küçük eyaletler kayırıldığı ve 48 eyaletle DC’de bir oy fazla alan adaya tüm seçiciler kurulu kotası aktarıldığı için çok oy almak ille de başkan seçilmek anlamına gelmiyor.
Aslında ne seçim sistemi adil, ne de Amerika anladığımız anlamda demokratik. Sistem baştan yanlış kurgulanmış, halkın değil sermaye sahiplerinin haklarını korumak, beklentilerini karşılamak mantığına oturtulmuş. Afrika kökenli Amerikalılara da bazı eyaletlerde 1960’lı yıllara değin oy hakkı fiilen tanınmamış. Günümüzde temsiliyet anlamında ciddi sıkıntılar mevcut ancak sistemin değişmesi imkansıza yakın.
Yine de güçler dengesine, hukuka, içtihada ve geleneğe değer veren bir yapı mevcut. Tüm sorunlarına karşın bizden daha katılımcı ve pek çok açıdan ne yazık ki daha demokratik bir ülke Amerika. Ama seçimin bizi ilgilendiren tarafı sistemi değil, bu sistem sonucunda iktidara gelecek, başkanlık koltuğuna oturacak insan. Çünkü nihayetinde o insan dünya siyasetini etkileyecek, alacağı kararlar ve vereceği tepkilerle geleceğimizi bir ölçüde şekillendirecek.
Eğer Harris seçilecek olursa daha öngörülebilir biri Amerika’nın başına geçecek. Ukrayna savaşının kolay bitmeyeceğini, Çin’le olan ilişkilerin pek farklılaşmayacağını, NATO’nun önemini koruyacağını, Avrupa’nın Amerika’dan otonom bir politika izlemesinin daha da zorlaşacağını, iklim krizinin daha kolay yönetilebileceğini, bizimle olan ilişkilere bırakıldığı yerden devam edileceğini söyleyebileceğiz.
Trump seçilirse Ukrayna’daki savaş muhtemelen daha çabuk sonuçlanacak, Amerika Rusya’yı Avrupa’nın ortasında yıpratmanın kendisinin de yıpranmasına yol açtığını görecek, NATO belli ki anlam ve değerini yitirecek, AB kendini savunmanın yollarını arayacak, iklim krizi çok daha ciddi bir kriz olarak karşımıza çıkacak, sıcaklık artışlarını ve ona bağlı sonuçları yönetmek bütün dünya için çok daha zor olacak.
Diğer yandan hangisi seçilirse seçilsin Amerika’nın İsrail’e bakışı değişmeyecek, Trump da Harris de İsrail’in çıkarlarını farklı yöntem ve üsluplarıyla korumaya çalışacak. Trump olasıdır ki kendi icadı İbrahim Anlaşmalarını bir an önce canlandırmaya ve Körfez liderlerinin sırtını sıvazlayıp baskıyla İsrail ile uzlaştırmaya çalışacak. Harris ise İsrail’e destek konusunda biraz daha çekimser, daha doğrusu utangaç davranacak.
Türkiye derseniz bence hemen her zaman olduğu gibi her iki tür başkanlık rejimine de uyum sağlayacak, çıkarlarını korumaya, Amerika ile olan ilişkilerini rayında tutmaya özen gösterecek. Harris gelirse belki biraz daha demokrasisine, insan haklarına dikkat edecek. Trump gelirse onun huyuna gitmeye, Rahip Brunson benzeri krizler yaşamamaya, eski tanıdıklar aracılığıyla başkanı ve ekibini etkilemeye gayret edecek.
Elimde geleceği okuyan kristal küre yok. Ayrıca dünyadaki tek etken aktör de Amerika’nın başkanı değil. Fakat bana Harris Türkiye’ye daha iyi gelecek, ikili ilişkilerdeki sorunların çözümü ve çözüm yöntemleri konusunda orta yolu daha kolay bulacakmışız gibi geliyor. Suriye konusunda çok umutlu olmasam da F-35 sorununu aşmamız mümkün olacak, bizi ilgilendiren pek çok alanda sürprizlerle karşılaşma olasılığımız azalacakmış izlenimi ediniyorum.
Mesleki tecrübem ve sağduyumsa Türkiye de dünya da Amerika’da kimin başkan seçildiğini kısa sürede unutur, bugünkü heyecan ve hezeyan yerini başka konulara bırakır, Amerika da nasıl olsa hegemonyasını korumak için elinden geleni yapar, bir savaş biterse diğerini başlatır, boşluk bırakırsa başkaları o boşluğu doldurmaya çalışır, dünya siyaseti tarihsel akışını korur, insanlar ve insanlık her zaman olduğu gibi yine hiçe sayılır diyor…