2022, 2021’den farklı mı olacak?
Her yıl olduğu gibi 2021’in sonunda da yeni yılın önce kendimize, sonra yakınlarımıza ve tanıdıklarımıza, çok samimiyetle istemesek de tüm insanlığa iyilik, güzellik, mutluluk, huzur, sağlık ve para getirmesini diledik. Hatta bazılarımız dilemekle kalmadı dileğinin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla piyango bileti bile aldı. Bazılarımız da daha demokratik, insan haklarına daha saygılı, daha adil ve belki ekolojik dengesi daha iyi korunan bir dünyada yaşama arzusunu dillendirdi. Eminim savaşların bitmesini, haksızlıkların ve adaletsizliklerin sona ermesini talep edenlerimiz de olmuştur.
Umarım hepimizin dilekleri yerine gelir, her anlamda daha iyi bir ülke ve daha iyi bir dünyada yaşarız. Ama gerçekçi olursak çok umutlanmamızda yarar var. Her şeyden önce 31 Aralık 2021’den 1 Ocak 2022’ye geçerken çağ atlamadık, dünya sadece güneşin etrafından saatte 107 bin kilometre hızla attığı 940 milyon kilometrelik turlarından birini daha tamamladı. Üstelik yılın dönüm, daha doğrusu turun başlangıç noktası olarak seçilen gün de tarih ve tesadüfle belirlendi. Bugün Gregoryen yerine bambaşka bir takvim kullanabilirdik, güneş yerine aya veya başka bir şeye bakabilirdik.
İkincisi, eğilimler de çok iç açıcı değil. Gezegenimizden başlayacak olursak iklim değişikliği ve çevre kirliğinin yarattığı sorunları bu yıl da yaşamaya devam edeceğiz. Evet, geçtiğimiz yıl Glasgow’da COP 26 düzenlendi ve sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlı tutmak için alınması gereken tedbirlerden bazıları alındı. Ancak hepsi başarılı olsa ve sıcaklık artışı gelecekte sınırlı tutulabilse dahi bu yıl da ormanlar yanmaya, topraklar kaymaya, nehirler taşmaya devam edecek. Okyanuslardaki plastik adaları 2022’ye girdik diye bitmeyecek, kimyasal gübre ve zirai ilaçlamanın yarattığı tehlikeler ortadan kalkmayacak.
Dünya siyasetinin trendleri de belli ki çok değişmeyecek. NATO ve Rusya, Rusya ve Amerika, Amerika ve Çin muhtemelen bu yıl birbirine karşı daha anlayışlı davranacak, 12 Ocak’taki toplantıdan somut bir sonuç çıkmasa da Ukrayna kaynaklı kriz dondurulacak. Fakat ne büyük ne de küçük devletler arasındaki ezeli rekabet sona erecek, ne de siyasetin temel anlayış biçimi değişecek. Devletler, örgütler, şirketler ya da bireyler bir yıl daha geride kaldı diye çıkarlarını tanımlama ve savunma biçimlerini değiştirmeyecek, aidiyetlerin arkasına sığınmaktan vazgeçmeyecek. Fırsat bulduğunda insan haklarını, insancıl hukuku ihlal etmekten çekinmeyecek.
Takvimler bir gün ileri gitti, dünya kendi çevresinde saatte 1670 kilometre süratle attığı bir turu daha tamamladı diye gelirde adalet, sömürü sisteminin özünde değişim yaşanmayacak. Belki maaşlarımız, gelirlerimiz biraz artacak, enflasyon biraz frenlenecek, para birimlerindeki düşüş yeni, yaratıcı ve muhtemelen geleceği ipotek altına alıcı yöntemlerle sınırlanacak ama birileri yine başkalarından daha çok kazanmayı sürdürecek. Mülkiyet, meşruiyet, hukuk ve siyaset dağıtım, bölüşüm ve üretim süreçlerindeki adaletsizlik bu yıl da devam edecek.
Teknolojideki atılım da bir yandan aşı, ilaç ve yeni tedavi yöntemleri olarak insanlığın sağlığını ve refahını arttırken diğer yandan ortadan kalkmasına yol açabilecek gelişmelerin önünü açacak. Otonom, kendi başına karar verip insan öldürebilen savaş araçları olasıdır ki bu yıl hizmetimize sunulacak. Güvenlik adına kontrolsüz bir güç uygulamaya konacak, yapay zekâ ile birleştiğinde distopik filimlerde seyrettiğimiz teknolojik canavarların gerçeklerini çevremizde görmeye, onların ve onlara hükmedenlerin ağırlığı altında ezilmeye başlayacağız.
Ayrıca her anımız daha fazla kontrol altına alınacak. Daha çok sokak kameramız, daha çok yüz tanıma makinemiz olacak. Güvenliğimiz artarken özgürlüğümüz kısıtlanacak. Bildiğiniz gibi George Orwell’in 1984’ü telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza, tabletlerimize çoktan yüklendi. Henüz onun kahramanı Winston Smith kadar zor durumda değiliz ama Google, Facebook, Instagram ve daha nice program bizi sürekli takip ediyor. Siri, Alexa ve diğerleri yakından izliyor. Devletler, şirketler ve istihbarat örgütleri her gün yeni yeni casus yazılımlarla bizleri kontrolsüz bırakmamaya gayret ediyor.
Salgın da galiba kolay bitmeyecek. Omicron ya da Yunan alfabesinin bir başka harfiyle adlandıracak yeni bir varyant can yakmaya ve almaya devam edecek. Az gelişmiş ülkelerdeki aşı adaletsizliği, gelişmişlerdeki aşı isteksizliği sürdükçe, biz de sorumsuzca hareket ettikçe bu yıl da kapanacağız, üzüleceğiz, sıkılacağız, salgının ekonomik sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız. Zaten Avrupa’daki, Amerika’daki gelişmeler pek iç açıcı değil. Yüzbinleri geçen günlük vaka sayılarından, yüzlerle ifade edilen ölüm istatistiklerinden söz ediliyor. Türkiye’de de rakamlarda sıçrama başladı, Sağlık Bakanı İstanbul için uyarısını yaptı.
Yine de umutlu olmamız gerekiyor. Salgın için yeni ilaçlar, yeni aşılar bulundu. Türkiye kendi aşısını geliştirdi. Omicron’un Alfa ve Delta’dan daha az öldürücü olduğu ve hatta toplumsal bağışıklıkla salgının sonunu getirebileceği söylendi. Ve kabul edelim ki Türkiye etkin bir aşılama programı geliştirdi. Sağlık sistemimiz karşılaştığı tüm zorluklara rağmen ayakta kalmayı başarabildi. İklim ve çevre konusundan yapay zekaya kadar geniş bir alanda son bir yıl içinde önemli sayılabilecek bir küresel bilinç sıçraması yaşandı.
Geçtiğimiz yıl ülke olarak çok kriz gördük, refah düzeyimiz uygulanan politikalar sonucunda ciddi şekilde geriledi, kronik insan hakları sorunlarımızı aşamadık, AB ile Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerimiz iyice al-vere indirgendi. Siyasetteki gerilim düşmek, sinmek bilmedi. Amerika’ya Suriye’yi anlatamadık. Kıbrıs sorununun çözümü yolunda ilerleme kaydedemedik. Ancak Ermenistan, İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ile olan ilişkilerimizin normalleşmesi yolunda önemli ve karşılıklı adımlar atabildik. Libya’da ve Suriye’deki pozisyonlarımızı konsolide ettik.
Bence 2022 dış politika açısından daha iyi ve daha istikrarlı bir yıl olacak. Nükleer silahların geliştirilmesinin, yayılmasının ve kaza sonucunda savaş çıkmasının önlenmesi için de çabalar artacak. İran ile 2015 mutabakatını yeniden hayata geçirmek amacıyla Viyana’da sürdürülen müzakerelerde ilerleme kaydedilmesi, yeni bir silahların sınırlandırılması rejimi için önerilerin geliştirilmesi artık daha olası. Otonom silah sistemleri konusunda da yeni bir farkındalık söz konusu.
Yapay zekâ da artılarıyla ve eksileriyle konuşulmaya yazılmaya başlandı. Teknikten anlayanlar diğer pek çok faydasının yanı sıra hastalıklarla savaşmada, gen haritamızı kusursuz çıkartmada etkin olacaklarını söylüyor. Felsefeciler zekalarıyla duyguları öğrenmeleri, hissetmeleri halinde bu “kişilerin” makina mı yoksa insan mı sayılacaklarını, hak ve sorumluluklardan yararlanıp yararlanamayacaklarını tartışıyor. Sinemacılar ve edebiyatçılar da yapay zekaya sempatiyle bakmamıza yardımcı oluyor.
Spike Jonze’nin 2014’de vizyona giren “Her”ünü seyredip de yapay zekâ Samantha’ya filmin kahramanı Teodor Twombly gibi âşık olmamak, sonra onun başkalarıyla da aynı türden duygusal ilişkilere girdiğini öğrenip kızmamak, üzülmemek mümkün mü? Ya da Kazuo Ishiguro’nun geçtiğimiz yıl YKY’den çıkan “Klara ile Güneş” romanını okuyup besinini güneşten alan ev robotu Klara’nın aklına ve duygularına saygı duymamak? Veya Aldous Huxley’in 1932’de anlattığına benzer şekilde üstün insan yaratmak için Ishiguro’nun kurgusuyla hayatını tehlikeye attığı Josie’yi unutmak?
Kısacası biraz okuyup, seyredip de distopyadan ütopya çıkartmamak mümkün mü? Bana pek değilmiş gibi geliyor. Ama en iyisi siz kendiniz karar verin. Okumadıysanız Ishiguro’yu, Huxley’yi, Orwell’i okuyun, seyretmediyseniz “Her” filmini seyredin. Sanırım son çekim Matrix de karar vermenize yardımcı olacaktır. Fakat Oxford Üniversitesi İnsanlık Enstitüsü’nden Nick Bostrom’un makina aklının dünya için iklim değişikliğinden daha büyük bir tehdit olduğunu söylediğini de aklınızın bir köşesinde bulundurun. Tabii ki diğer tehditleri, ülkenin ve dünyanın genel durumunu da…