Ve deniz bitti AK Parti için ahlaki değişim şart
İstanbul seçimleri, AK Parti açısından ahlaki anlamda bir iç sorgulamanın ve değişimin şart olduğunu herkesin anlayabileceği bir lisanla ortaya koymuş bulunuyor. AK Parti’nin, sanki hiçbir şey olmamış gibi aynı retorik ve statik üzerinden problemleri görmezden gelme; “Nasıl olsa bugünler de geçer ve yolumuza kaldığımız yerden devam ederiz” anlayışıyla yeni siyaset üretmesi mümkün değildir.
Unutulmamalıdır ki İstanbul’daki ağır yenilgi, sadece bir belediye kaybetme meselesi değildir, bu geçmişte değişimi, yenliği ve geleceği temsil eden bir partinin artık statükoyu temsil eder hale gelmesidir.
Hiç alınganlığa gerek yok, maalesef bu parti zamanın ruhunu doğru okuyamadığı için yeni gelişmelere ve sorunlara cevap veremez hale gelmiş, değişimden korkan geçmiş siyasi aktörlerin bir türlü kurtulamadığı “beka” meselesine teslim olmuştur.
Oysa AK Parti değişim dinamiğini ön planda tuttuğu dönemlerde hep toplumun rağbetine mazhar olduğu halde, bugün demokrasiyi “beka”ya feda eder hale gelmiştir.
Bir takım bahanelere sığınmadan AK Parti’nin 17 yıllık yolculuğunu değerlendirdiğimizde, farklı sosyal, kültürel, etnik ve farklı inançlara sahip kesimleri kucaklayan değişimci siyaset anlayışıyla sürekli büyüdüğünü, bu yüzden de haklı olarak Türk siyasetinin merkezi haline geldiğini görürüz.
Ama kabul edelim ki AK Parti bugün artık bu konumda değil. Giderek statükoyu temsil eder hale geldiği için demokratik değerlerle ve reformist kimliği ile değil, “mağrur” ve “kibir” algısıyla birlikte anılır hale gelmiştir.
Son dönemde bütün stratejilerini neredeyse “İktidar treni”nden inmeme üzerine bina eden AK Parti, maalesef kendisini değişmez ve değiştirilemez olarak görmekte, bu yüzden de her türlü ahlaki deformasyonu ve ilkesizliği mubah saymaktadır.
***
AK Parti’nin 17 yıllık tarihine baktığımızda gördüğümüz manzara şudur; 2013 yılına kadar değişimden, demokratikleşmeden beslenen bu parti, özellikle son beş yılda etrafında biriken ve hiçbir kıymet ifade etmeyen medya, bütün varlığını partiye endekslemiş ve sadece adı sivil toplum olan oluşumlardan beslenir hale gelmiştir.
Kabul etmesi hepimize zor gelse de, bugün ortaya çıkan AK Parti tablosu maalesef ülkeyi kutuplaştıran, ayrıştıran, muhalif olanı düşmanlaştıran bir görüntüye tekabül etmektedir. En dramatik olanı da bu görüntünün, toplumun zihninde AK Parti’nin giderek 1940’lar Türkiye’sindeki CHP ile benzerlikler taşır hale geldiği şeklinde bir algıya yol açmasıdır.
Hemen belirtelim, elbette AK Parti böyle bir karşılaştırmayı hak etmiyor. Ancak geleceği temsil etmekten vazgeçip, statükoya teslim olursanız, toplumsal hafızada oluşacak negatif algıyı yönetmeniz hiç kolay olmayabilir.
Çünkü insanlar ister istemez, bir takım karşılaştırmalar yapmak zorunda kalabilirler. Önceki gün bir dostum CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son grup toplatısında yaptığı konuşmada dillendirdiği “7 ilke”yi gönderdi. O yedi ilke şöyle:
1) Beldedeki bütün kimlikleri kucaklayacaksınız.
2) Hizmeti, zümre kişi akraba yandaş için değil halk için yapacaksınız.
3)Fakir mahallelere pozitif ayrımcılık yapacaksınız. Dezavantajlı gurupları önceleyeceksiniz.
4) Yoksullara yardım yaparken asla teşhir etmeyeceksiniz, yani sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek.
5) Harcadığınız her kuruşun hesabını millete vereceksiniz.
6) Belediye yönetim kurullarında liyakate uyacaksınız.
7) Belediyeyi adaletle yöneteceksiniz.
Bu ilkeleri gönderen dostum, biraz da üzgün bir üslupla diyor ki: “Geçmişte bu reformist bakış açısının sahibi AK Parti’ydi ve böyle bir vizyonla Türkiye’deki geniş kesimlerin teveccühüne mazhar olmuştu. Ama ne yazık ki biz bu hasletleri kaybettik ve bu değerleri şimdi artık CHP savunuyor. Umarım AK Parti kendi değişimci kimliğine dönmeyi başarır.”
Meseleyi bu kadar yürekten ve samimiyetle analiz eden cümlelere ne söylenebilir ki... Keşke mümkün olsa ve parti bu muhasebeyi yapabilse, ama ortalarda hiç böyle bir umut gözükmüyor.