Seçilmişleri hizaya sokma reformu mu geliyor?
Hukuk reformu, şeffaflık, öngörülebilirlik derken galiba sonunda seçilmişleri hizaya sokma reformunda karar kılacağız... Ekonomide denizin bittiğini gören Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve adalet bakanı, geçtiğimiz hafta yaptıkları açıklamalarda yabancı yatırımcının önünü açmak için önümüzdeki günlerde yeni bir hukuk reformunun yapılacağını duyurdular.
Her ne kadar iktidarın özellikle son beş yıldaki icraat karnesi dikkate alındığında, “reform vaatleri” insanları pek heyecanlandırmasa da genelde bir umut rüzgarının estiği muhakkak. Ancak bu umutlu havanın henüz rüzgarı dinmeden görüldü ki iktidar aslında bir taraftan reform rüzgarı estirirken, bir taraftan da seçilmişleri pataklamak için başka icraatlar peşindeymiş...
“Bu da nereden çıktı, bozgunculuk yapmayın” diyenlere hemen hatırlatalım; İzmir’de belediye başkanlarına depremle ilgili ‘sus’ emri verilirken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında da Kanal İstanbul’a karşı çıktığı için inceleme başlatılmış.
AFAD’tan İzmir Valiliği’ne gönderilen yazıda belediye başkanlarının deprem sonrası açıklama yapmaması istendi, valilik de resmi yazıyla AFAD’ın talimatını belediyelere gönderdi. Yani AFAD’ın atanmış memurları, halkın iradesini yok sayarak seçilmiş belediye başkanlarına diyor ki: “Bizim talimatımız olmadan konuşamazsınız!”
Bir dakika siz kimsiniz, kimin adına konuşuyorsunuz? Ne zamandan beri demokratik bir hukuk devletinde atanmışlar, seçilmişlere talimat vermeye başladı? Yoksa burası bir kabile devleti oldu da haberimiz mi yok...
Maalesef hazin bir tablo ama, gerçek bu... Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde de seçilmişlerin itilip-kakıldığını, özellikle de askeri vesayet dönemlerinde siyasi iktidarlara bazen açık, bazen de örtülü biçimde talimatlar verildiğini biliyoruz. DEP milletvekillerinin parlamentodan yaka-paça götürüldüğü görüntüler hala hafızalarımızda...
Ama talihsizliğe bakın ki “vesayetçi” anlayışla mücadele ederek bugünlere gelen AK Parti iktidarı döneminde seçilmiş belediye başkanları hiçbir yargı kararı olmadan görevlerinden alınabiliyor, atanmış bir AFAD memuru seçilmiş belediye başkanlarına “susun” talimatı verebiliyor.
İstanbul’da ise bir başka “vesayet” ayıbı yaşanıyor. İstanbul halkının yüzde altmışının karşı olduğu Kanal-İstanbul projesi ile ilgili ‘Ya Kanal Ya İstanbul’ kampanyası dolayısıyla Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma başlatılıyor. Daha da vahim olanı bu olayın devlete karşı çıkmak ve ‘bölücülük’ olduğunu iddia etmek... İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu konuda hem sert ifadeler kullanıyor, hem de adeta meydan okuyor: “Bana gönderdi Sayın İmamoğlu, denilen şu: Kanal İstanbul bir devlet projesi. Buna karşı çıkmanın devlete karşı çıkmak olduğunu ve bunun bölücülük olduğu iddia edilen bir soruşturma. Benim dokunulmazlığım yok, ben de Kanal İstanbul’a şiddetle karşı çıkıyorum bana da soruşturma açabilirler.”
Kuşkusuz esas talihsizlik “hukuk reformu” hazırlıkları yapan bir iktidarın, özellikle son beş yılda hukuku ve millet iradesini zaafa uğratan rutinini hiç bozmadan ezberlerini tekrar etmesidir.
Doğrusu nasıl bir hukuk reformu tasarlandığını anlamak mümkün de, iktidarın bu vesileyle kendi ayağına kurşun sıkmasını anlamak mümkün değil. Evet, esas itibariyle bu reform yabancı yatırımcının güvenini temin etmek üzere yapılacak, eğer yapılırsa... İyi güzel de seçilmişleri hırpalayan bu görüntüleri yabancı yatırımcı nasıl okur dersiniz?
Hasılı; eğer gerçekten bir hukuk reformu yapmaya niyetimiz varsa öncelikle kendi insanımızın hakkını-hukukunu, özgürlüklerini garanti altına almak zorundayız. Aslında reform için yapılması gerekenler belli, dolayısıyla bilelim ki:
-Yargı üzerindeki siyasi vesayeti kaldırmadan,
-Parti devleti anlayışından vazgeçmeden,
-Yerel yönetimlerin elini ayağını bağlama politikalarına son vermeden,
-Atanmışların seçilmişlere talimat verme ayıbından kurtulmadan,
-Fikir özgürlüğünün sınırlarını genişletmeden,
-Medya özgürlüğünün alanını genişletmeden
-Sokakta, çarşıda-pazarda konuşanları, eleştirenleri devlet korkusundan kurtarmadan demokrasimizin kalitesini yükseltemeyiz, demokrasimizin kalitesini yükseltemezsek kendi insanımızı da, yabancı yatırımcıyı da ikna edemeyiz.