Newton’un uykusu olmasaydı belki de cehalet kazanırdı
Ünlü şair William Blake, İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom ve filozof Newton için “Tanrı bizi dar görüşlülerden ve Newton’un uykusundan korusun” demiş.
Bilindiği gibi Newton 1687’de yayımlanan “Philosophiae Naturalis Principia Mathematica” kitabıyla klasik mekaniğin temelini atmış bir bilim insanı.
Newton, bu çalışmasıyla evrensel kütleçekimi ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına ışık tutmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütleçekim kanunu ve Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir.
William Blake’in “Newton’un uykusu” ifadesiyle Newton’un gizemcilikten koptuğunu kastettiğini belirten Carl Sagan “Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı” kitabında bu konuda şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Blake, atomlar ve ışık parçacıkları fikirlerinin gülünç olduğunu ve Newton’un türümüz üzerinde ‘şeytani’ etkiler yarattığını düşünüyordu.” (1)
Biliyoruz ki bilimsel gelişmelerle ilgili ilahiyatçılarla pozitif bilim insanları arasında farklı tartışmalar olmuş ve pek çok bilim insanı ilahi olana kafa tutmakla suçlanmıştır. Bununla birlikte dinle bilimi uzlaştırma teşebbüslerinin olduğu da bir gerçek.
Dolayısıyla bilimin ilahi olandan bağımsız, hatta dine meydan okuyan bir karaktere sahip olduğunu söylemek hakkaniyetli bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü “Bilimin bulguları saygıya, hayranlığa, ahlaka, ritüellere, topluma, aileye, hayırseverliğe, politik ve ekonomik adalete adanmış birçok dine hiçbir alanda meydan okumaz, hatta bu dinleri yüceltir. Dinle bilim arasında bir sürtüşme olması şart değildir. İkisi de bir noktaya kadar benzer ve uyumlu roller oynar ve birbirlerine ihtiyaç duyarlar.” (2)
Ancak genelde hayatı sadece dinler üzerinden okuyan din müntesipleri her şeyi öbür dünya beklentisiyle anlamlandırarak bu dünyadaki mevcut durumumuzla yetinmemiz gerektiğini ön plana aldıkları için bilimsel gelişmeleri önemsizleştirmişlerdir. Elbette dinin önerileri hayatımızı tanzim açısından önemlidir. Ancak evrendeki bütün hareketlerimizin anlamını öbür dünya beklentisine indirgeyerek sadece iktidarların söylediklerini yapanların, itaate ayarlı olanların öbür dünyada huzur içinde yaşayacakları tezini esas kabul etmek, yaşadığımız hayatın bir ‘imtihan dünyası’ olduğunu görmezden gelmektir ki bu dinin ‘hikmeti’ne de uygun değildir.
Kuşkusuz sadece ilahiyatçılar değil, Carl Sagan’ın altını çizdiği gibi filozoflar ve birçok biyolog da hayatın fizik ve kimya yasalarına indirgenemeyeceğini savunuyorlardı. Nitekim bilimin bu ‘indirgemeci’ yöntemi sayesinde ‘gizem’ atfedilen pek çok konu bilimin gelişmesiyle çözülebilmiştir. Mesela moleküler biyoloji alanında elde edilen bilgiler, bir zamanlar çözülemeyeceği varsayılan gizemler büyük ölçüde aydınlığa kavuşturulmuştur.
1950’li ve ‘60’lı yıllarda, DNA’nın moleküler yapısıyla genetik kodun doğası hakkında ilk açıklamalar yapıldığında biyologların karmaşık olguları ‘basite indirgemek’le suçlandıklarını belirten Sagan diyor ki: “Kuşkusuz, her şeyin bir yaşam gücünden kaynaklandığını ileri sürmek de olayı olduğundan daha basite indirgemektir. Artık dünya üzerinde tüm yaşam biçimlerinin, her canlının genetik bilgilerinin nükleik asitlerin de kodlandığı ve kalıtsal talimatların temelde aynı kod çizelgesinden faydalanılarak hayata geçirildiği açıkça biliniyor.” (3)
Artık şunu net olarak biliyoruz ki yaşanabilir bir hayatın inşa edilebilmesi de hakikate ulaşmak da ancak bilimle ve bilimsel gelişmelerin sağladığı imkanlarla mümkün olabilmektedir. Kuşkusuz bilimin insanlığın hizmetine sunduğu bu imkanlara kavuşmak hiç de kolay olmadı. Zira Ortaçağ’da baskın olan fanatizm ve sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan ‘modern hurafeler’ ‘hakikat’ ve ilerlemenin önünde engeller oluşturmaya devam etti.
Eğer bilimin ışığı olmasaydı eleştirel düşünce gelişemeyecek ve belki de otoriteyi hiçbir zaman sorgulayamayacaktık. Doğal olarak da hukukun, özgür düşüncenin, şeffaflığın, liyakatin temel kriter olduğu ve de hesap verilebilirliğin esas olduğu demokratik sistemler kuramayacaktık.
1-Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, s.411, Say yayınları
2-a.g.e, s.426
3-a.g.e, s.419