Hakkaniyetin olmadığı bir toplumda nasıl mutlu olabiliriz ki...
Yaşadığımız dönemin ortaya çıkardığı hakkaniyetsizlikler karşısındaki suskunlukları, had bilmezlikleri görünce insan zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor, “galiba sözün bittiği yerdeyiz” diyerek müthiş bir ruh depremi yaşıyor.
Bu umutsuzluğa teslim oluş değil elbette, ama yaşanan toplumsal çaresizliği görmemek de mümkün değil. Çünkü son yıllardaki ahlaki savrulmalar, adaletin vicdanları yaralayan hali, toplumu çaresiz bırakan ekonomik kriz ve her alandaki hakkaniyetsizlikleri örtmek için adeta aklımızla alay edenlerin ucuz kahramanlıkları vicdan sahibi herkesi derinden yaralamaya devam ediyor.
Bir taraftan Ayasofya’yı açıyoruz, güzel oldu hiçbir itirazım yok, yeter ki ibadeti, camiyi siyasetin kirine bulaştırmayalım. Bir taraftan da millete silah çeken FETÖ örgütünün 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde yaşanan acıları yeniden hatırlıyoruz. Zor bir dönemdi, ama milletin feraseti sayesinde bu belayı da def etmeyi başardık.
Ancak darbe girişiminin yıldönümünde siyasetin ve geçmişte FETÖ ile fingirdeşen bazı tiplerin şimdi televizyonlarda, gazetelerde herkese akıl veren ucuz kahramanlıklarını izlerken fena halde öfkelendiğimi de belirtmem gerekiyor. En çok da, yıllarca Pensilvanya’daki din tacirinin nefesinde keramet arayan tiplerin aklımızla alay etmesi zoruma gidiyor. Utanmasalar bizi bile FETÖ’cü ilan edecekler.
FETÖ meselesinde kimlerin ne ölçüde samimi olduğunu anlamak için galiba küçük bir not düşmekte yarar var. Akşam gazetesinde yayın yönetmeniyim, yıl 2014... Ordudaki Fetullahçılarla ilgili bir manşet attık: “Karargah’ta 40 paralel Paşa.” Kara, Hava, Deniz Kuvvetlerinde, Jandarmada ve Karargahta ne kadar Fetullanhçının bulunduğunun kalem kalem dökümünü yaptık. Haber yayınlandığında kıyamet koptu, önce Genel Kurmay başkanlığı, sonra Başbakanlık zehir zemberek açıklamalar yaparak bizi Türk ordusuna bühtan etmekle suçladılar. Ve ertesi günü gazetenin patronu, “Ben gazetemde Türk ordusuna böyle bir ithamda bulunulmasına izin veremem” diyerek Fetullah’ın safında yer aldı. O gün değil ama, 4 ay sonra gazeteden kovuldum.
Keşke haklı çıkmasaydık ama zaman bizi haklı çıkardı ve FETÖ 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirdi. Ben buradayım... Peki TSK’daki paralel yapıyı manşetten deşifre ederken bizim değil, Fetullah’ın safında yer alanlar şimdi nerede dersiniz? Onlar şimdi FETÖ’cü avı gösterisindeler...
Ne geçmişte Pensilvanya sevdasıyla yanıp tutuşanların, ne onunla iş tutanların, ne de 17/25 Aralık’tan sonra bile Fetullah’a toz kondurmayanların henüz günah defterleri kapanmış değil. Eğer bu ülkede bir gün gerçek anlamda hukuk devletinin kuralları işlerse sonuçlarını hep birlikte görürüz...
Maalesef Türkiye’nin hukuk yarası kanamaya devam ediyor. Eğer bu ülkede yargının bağımsız ve tarafsız bir anlayışla adil kararlar üretmesini istiyorsak, akılla-mantıkla ve hukukla izahı mümkün olmayan bazı olayların hakkaniyetli bir muhasebesini yapmak durumundayız.
Mesela Amerikalı rahip Brunson ve Alman gazeteci Deniz Yücel... Her ikisi de PKK-FETÖ ile işbirliği, yardım, yataklık ve ‘ajan’lık faaliyetinde bulundukları iddiasıyla tutuklandılar. Sonra bir takım siyasal ve diplomatik gelişmeler yaşandı ve neler oluyor demeye kalmadan sessizce memleketlerine gönderiverdik... Suçsuzsalar neden tutukladık, suçluysalar neden gönderdik bilmiyoruz. Birilerinin hakkaniyet gereği, bu konuda topluma bir izahta bulunması gerekmez mi?
Gezi davası kapsamında “Anayasal düzeni bozmaya teşebbüs” suçlamasıyla tutuklanan, aylarca iddianamesi hazırlanamayan ve sonunda mahkemenin beraatle tahliye kararı verdiği Osman Kavala, tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden çıkmaya hazırlanırken 15 Temmuz soruşturması kapsamında “siyasi ve askeri casusluk” suçlamasıyla yeniden tutuklanıyor ve halen cezaevinde.
Aynı şekilde, mahkemece suçun niteliği ve tutuklulukta geçirdiği süre gözetilerek tahliye edilen Ahmet Altan da tutuklanarak yeniden cezaevine gönderildi.
Şimdi oturup hakkaniyetle soralım; adaletin terazisinin şaştığı, eksik ya da yanlış tarttığı bir ülkenin insanları nasıl kendilerini mutlu hissedebilirler ki?
İşte bu yüzden ülkeyi yönetenlerin, hukuk insanlarının, yazarların-gazetecilerin, tek tek bireylerin hepimizin tek güvencesi olan adaletin tesisi konusunda daha hakkaniyetli bir tavır içinde olmalarını talep etmenin vicdani bir görev olduğu kanaatindeyim. Bilelim ki bugün haksızlık-hukuksuzluk karşısında suskun kalmak, bir gün bizim de benzer haksızlıklara maruz kalabileceğimiz gerçeğini değiştirmeyecektir.