Erdoğan ve Kılıçdaroğlu ilişkisine kısa dipnot
Epey bir süredir Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki ilişkilerin siyasi muarızlığın ötesinde adeta bir düşman kamplaşması ekseninde yürüdüğünü söylemek herhalde bir kehanet olmayacaktır.
Siyasi tarihimizde partiler arasında sürdürülen mücadelenin zaman zaman keskin virajlardan geçtiği, hatta maksadını aşan ifadelerin kullanıldığı bir gerçek. Ancak hiçbir dönemde siyaset dilinin bugün olduğu kadar kirlenmediğini de kayda geçmek gerekiyor.
Esas itibariyle belli dönemlerde siyaset dilinin keskinleşmesini toplum bir ölçüde tolere edebilmektedir, çünkü siyasetin doğası da bir noktaya kadar buna müsaittir. Ama şimdi gördüğümüz manzara ne yazık ki başka bir duruma işaret ediyor. Maalesef “illet-zillet”, “ihanet”, “dış gülerin içerideki uzantıları” benzeri söylemleri siyasi muarızlık kapsamında değerlendirmek ne yazık ki mümkün değildir.
Oysa biliyoruz ki geçmiş dönemlerde olduğu gibi AK Parti iktidarı döneminde de özellikle Erdoğan’la Kılıçdaroğlu arasındaki ilişkilerin siyasi mücadelenin sınırlarını aşan “kirli” bir dile bulaşmadan da sürdürülebildiği dönemler olmuştur. Bugünden geriye dönüp arşivlere baktığımızda bu konuda benzer sayısız örneği görebiliriz.
Bunun en net örneği tarihi değere sahip Yenikapı buluşmasıdır… 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ardından bütün toplum kesimleriyle birlikte, o gün başta AK Parti lideri Tayyip Erdoğan olmak üzere CHP lideri Kılıçdaroğlu ve MHP lideri Bahçeli demokrasi ortak paydasında buluşarak Yenikapı’yı adeta bir demokrasi şölenine dönüştürebilmişlerdir. Demek ki istenirse iktidar ve muhalefet partileri, gerçekten ülkenin bekası söz konusu olduğunda tek yürek olabiliyorlarmış.
Bugünü ve yarını daha iyi değerlendirmek açısından arşivlere kısaca bakmakta yarar var.
25 Temmuz 2016- Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 2 saat 40 dakika süren liderler zirvesi… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yer aldığı zirve sonrası Kılıçdaroğlu bu zirveyi “Demokrasilerde uzlaşma önemli” şeklindeki ifadesiyle değerlendirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da zirvede Taksim mitingi vesilesiyle Kılıçdaroğlu’nu tebrik etmişti.
Anadolu Ajansı da zirvenin sıcak, samimi bir ortamda gerçekleştiği, darbe teşebbüsü sırasında liderlerin yaşadıklarını paylaştıkları bilgisini geçmişti.
Zirve sonrasında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi darbeye karşı açık ve net bir duruş sergilemelerinden dolayı CHP lideri Kılıçdaroğlu ve MHP lideri Bahçeli’ye teşekkür ettiğini ifade etmişti.
27 Ağustos 2016- Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılışını yapan Erdoğan’ın Artvin’de Kılıçdaroğlu’na yapılan terör saldırısını kınamış ve aynen şu ifadeleri kullanmıştı: “Ülkemizin 7 Ağustos’ta Yenikapı’da sergilediği birlik ve beraberlik manzarası hedef alınmıştır. Bunları bu çıldırtmıştır.”
Sonrasını biliyoruz Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu 15 Temmuz darbe girişimine destek vermekle suçladı. Doğrusu, Yenikapı buluşmasındaki teşekkürden sonra böyle bir suçlama yapılmasının bir izahı yok. Nitekim iktidar yönetimsel anlamda kriz yaşadığı en sıkıntılı anlarında Kılıçdaroğlu’na siyasi nezaketi aşan ifadeler kullanmayı bir gelenek haline getirdiği için kavga daha da derinleşmiştir. Mesela toplumda TUİK’e olan güvenin diplerde seyrettiği günlerde Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu’nun TUİK ziyaretini şu ifadelerle değerlendirmişti: “Dürüst değil, kalibresi bozuk, cins, cibilliyet bozuk.”
Maalesef siyaset dilindeki bu kirlenme hem siyasetin zeminini tahrip ediyor, hem de toplumdaki birlikte yaşama iradesini zayıflatıyor.
Öyle anlaşılıyor ki seçimlere kadar Türk siyaseti bu sıkıntılı halden kolay kolay kurtulamayacak. Şimdi de CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun iki gün önce yaptığı açıklamada Türkiye’deki iki vakıftan ABD’deki bir vakfa yüklüce para transferi yapıldığı yönündeki iddiaları, siyasette yeni bir kavgayı ateşlemiş bulunuyor.
Aslında genel anlamda muhalefet partilerinin, iktidarın en zayıf olduğu noktalardan yüklenerek yıpratma hamleleri yapmaları son derece doğal. Böyle durumlarda iktidar çıkar der ki “Böyle bir transfer asla olmamıştır, Kılıçdaroğlu toplumu yanıltıyor, bu siyaset değildir.”
Evet siyasetin normali böyle bir tepkiyi gerektirir, ancak iktidar cenahı “para tranferi” iddialarını yalanlamak yerine, Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’da ‘tankların yol vermesiyle kaçtığı’ gibi hiçbir karşılığı olmayan argümanlarla savunma hattına çekilmesi doğrusu anlaşılır gibi değil. Ayrıca Yenikapı buluşmasında Kılıçdaroğlu’na darbe girişimine karşı duruşundan dolayı teşekkür edip, sonra da kaçtığını iddia etmek ne kadar inandırıcı olabilir ki…
Bu arada Kılıçdaroğlu’nun “para transferi” iddialarını “kaçış planı” gibi zayıf bir argümanla irtibatlandırmasının, iddiaların ciddiyetine halel getirdiği yönündeki görüşlerin de altını çizmekte yarar var.
Keşke AK Parti iddialar karşısında ‘gayri millilik’ ve ’15 Temmuz’ gibi genel bir savunma hattına çekilmek yerine, daha sağlam argümanlarla cevap vermeyi tercih edebilseydi…