Dindarların vicdanı kirlenirse…
Türkiye’nin son 5-6 yılda siyaseten yönetilemez olduğu artık herkesin bildiği bir gerçek. Buna bağlı olarak siyasette, toplumda, bireylerde ve özel olarak da daha duyarlı olması gereken dindarların vicdanlarındaki kirlenme taşınamaz bir noktaya gelmiş bulunuyor. Ve doğal olarak kirliliğin bu kadar ayyuka çıktığı bir toplumda çevresel kirliliğin de hepimizin hayatını tehdit eder bir noktaya gelmesi kaçınılmazdır.
İşte Marmara korku filmlerini aratmayacak bir görüntüyle ‘salya’ kusuyor ve adeta canlılar için bir kıyamet yaşanıyor. Tabiata karşı öylesine hınçla doluyuz ki, güzelim yeşillikleri kesip HES’ler yapıyoruz, ormanları beton yığınlarıyla kirletiyoruz. Ama para hırsımız bitmiyor, altın aramak için Kaz Dağları’nın ağaçlarını yok edip doğrudan akciğerlerimizin içine tükürüyoruz…
Kuşkusuz kaygılanmamız gereken sadece çevresel kirlenme değil, iktidar piramidinin en tepesinden alt kademelerine kadar her alanda yaşanan ahlaki çürüme devlet aygıtının işleyişi safhasında ortaya çıkan pek çok kirliliği adeta meşrulaştıran bir zihniyet kirlenmesinin ortaya saçılmasına yol açmıştır.
Hemen belirtelim, bu yozlaşma ve çürümede toplumu oluşturan bireyler olarak hepimizin payı bulunmaktadır. Ama bir kesim var ki en büyük pay onlarındır. Biliyoruz ki muhafazakar ve dindar kimlikli AK Parti’nin kuruluşunun ilk gününden bugüne gelişinde büyük katkılar sağlayan, inşa ettiği yapıya harç koyan dindar ve muhafazakar kesimlerdir…
Dolayısıyla bugünkü AK Parti iktidarının gidişatındaki zihniyet sapmasına en çok itiraz etmesi gerekenler de dindarlar olmalıdır. Çünkü bu iktidar yola çıkarken belirlediği kendi ilkelerini bile yok sayarak ekonomiden dış politikaya, hukuktan eğitime kadar her alanda öylesine akıl dışı işler yapıyor ki bu yüzden her gün zihnimiz kirleniyor, ruhumuz kirleniyor, gönlümüz kirleniyor, bakışımız ve hayatımız kirleniyor. Ve her geçen gün inandığımız değerlerle hayatımız arasındaki mesafe giderek açılıyor.
Ne yazık ki en çok da dindarların vicdanı kirleniyor…
Çünkü ne hikmetse yolsuzluklar, usulsüzlükler karşısında dindarların vicdanı hiç sızlamıyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun açıkladığı KİPTAŞ’ın bir arsa macerası var ki herhalde böylesi şeytanın bile aklına gelmez.
Yıl 2016 KİPTAŞ yönetimi, Başakşehir’de konut projesi için bir arsa almaya karar veriyor. Ertesi gün, ‘işini bilen’ bir vatandaş 49 milyon liraya arsayı alıp 4 gün içinde de KİPTAŞ’a tam 130 milyon liraya satıyor. 2019’da İmamoğlu başkan seçilince, bu kez aynı arsa İmamoğlu’nun işine yaramasın diye belediye Meclisinde çoğunlukta olan AK Parti ve MHP’li üyelerin oylarıyla yeniden yeşil alana çevriliyor. Kelimenin tam anlamıyla bir ‘ali-cengiz’ oyunu yani…
Acaba milletin malı üzerinden yapılan bu rant oyunları konusunda dindar-muhafazakar insanların vicdanı rahat mıdır doğrusu çok merak ediyorum. Dahası, her fırsatta hak-hukuk-adalet ve ‘beka’ söylemlerini dillerinden düşürmeyen muhafazakar siyaset esnafı ve dini duyarlıklara önem verdiklerini sandığımız dernek-vakıf gibi sivil oluşumlar acaba bu tür hukuksuzluklara neden susarlar?
Öyle anlaşılıyor ki dindar-muhafazakar insanlar iktidar gücünü elde edince, en temel insani hakların, özgürlüklerin kısıtlanmasından, yok edilip askıya anılmasından kendilerinin muaf olduklarını sanıyorlar.
Maalesef bu zihniyet kirlenmesinin alanı öylesine genişledi ki her konuda vicdanlarının sesini dinlemesi gereken dindarlar, 1990’ların karanlık ilişkilerinin bugünlere taşınmasından da, çete-mafya-siyaset kirliliğinden de, muhafazakarların yolsuzluklarla anılıyor olmasın da, denizlerin ve nefes almamızı sağlayan tabiatın ölümünden de endişeye kapılıp seslerini yükseltmeye cesaret edemiyorlar. Ama haksızlık etmemek lazım sadece dindarlar değil, belli bir kesim hariç toplumun önemli bir bölümü de aynı vicdani kirlenme ile malul durumdadır.
Üzülerek belirtmek gerekiyor ki dindarlığın sadece belli ibadetleri yerine getirmek gibi dar bir alana hapseden anlayış, Türkiye dahil bütün Müslüman dünyayı insan/kul hakkının gözetilmesine, kadın ve çocuk haklarının, çevrenin korunmasına, ehliyete, liyakate ve şeffaflığa karşı duyarsız hale getirmiştir. Sivil alanı güçlendirmeden, esaslı bir zihniyet değişimini sağlamadan sadece oturduğumuz yerde mırıldanarak bu gidişatı tersine çevirmek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor.