Devleti yönetmek bahşedilmiş bir hak olamaz
İslam toplumlarının gelişmiş dünya ile arasındaki mesafenin giderek açıldığını, bilim, sanat ve teknoloji alanında yeni eserlerin üretilemediğini aslında bütün Müslümanlar biliyor. Hatta bu konuda zaman zaman öyle söylemler dillendiriliyor, öyle eleştiriler yapılıyor ki buradan çıkarak “Galiba Müslüman dünya içinde bulunduğu çaresizliğin farkında ve şeffaf, hesap verilebilir, hukukun üstünlüğüne dayalı, yaşanabilir bir sistem oluşturmak için yeni bir hamle başlatabilecekler” diyenisiniz geliyor.
Ancak esastan baktığınızda hiç de öyle bir işaret görünmüyor. Evet söylemler parlak, ama tek tek Müslüman ülkelerin hiçbirinde hukuk yok, özgürlük yok, liyakate dayalı bir sistem yok, insan hakları ihlallerinde birinciliği kimselere bırakmıyorlar.
Müslüman dünyanın yaşadığı bu problemlere çözüm üretmek için Kuala Lumpur’ta beş ülke tarafından düzenlenen
İslam zirvesinde konuşan Malezya Başbakanı Mahathir diyor ki: “Bugün dünyanın saygısını kaybettik. Biz artık ne bilimin kaynağı, ne de insan medeniyetinin rol modeliyiz. Bugün hiçbir Müslüman ülke gelişmiş olarak tanımlanmamaktadır. Bütün servetlerine rağmen bu ülkeler gelişmekte olan sınıfındadır. Bu ülkeler maalesef zayıf ve İslam ümmetini korumada yetersiz kalmıştır.”
Aynı şekilde zirvede konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da benzer bir yaklaşım sergileyerek önemli bir tespitte bulunuyor: “Kur’an’ı Kerim’de bizlere onlarca defa aklımızı kullanmamız emrediliyor. Kendi hatalarımız için başkalarını suçlamak kolaycılık olacaktır. Müslümanlar son iki asırda ne çekmişse meseleleriyle yüzleşmek yerine kolaycılığa kaçtıkları için çekmiştir.”
Evet gerçekten bunlar parlak cümleler, eminim herkes bu ifadelerin altına rahatlıkla imza atacaktır. Ama gerçekler bir başka duruma işaret ediyor, maalesef günümüzde Müslüman ülkeler artık bilimin kaynağı değil, dünyanın örnek alabileceği bir sistem modeli de inşa edebilmiş değiller. Kur’an’ın onlarca kez önerdiği akla, özgür iradeye, bilime, hukuka da riayet etmiyorlar.
Peki Müslümanların, geri kalışımızın sebeplerini bilmeleri, bu kadar açık ve net bir şekilde ortaya koymalarına rağmen, neden hala tekçi-tekelci yönetim modellerinde ısrar ederler?
Çünkü bugün İslam ülkelerinin hemen hepsinde cari olan sistem, yönetenler açısından son derece konforlu. Canları istediği kadar iktidarda kalabiliyorlar, icraatlarını denetleyen, hesap soran hiçbir hukuki mekanizma yok. Mesela kimin ne kadar ifade özgürlüğü hakkı olduğuna, akademik özgürlüklerin sınırının nerede başlayıp nerede bittiğine, medya eleştirilerinin eleştiri mi, yoksa ‘ihanet’ mi olduğuna devleti yönetenler karar vermektedirler.
Ve doğal olarak denge-denetleme mekanizmaları olmadığı için de, ülkelerinin tek ve biricik sahibi olmayı kendilerine bahşedilmiş bir hak olarak görüyorlar. Oysa hukuk temeline dayalı hiçbir toplumda ve de devlet yönetiminde bahşedilmiş bir hak olamaz. Hatta öyle ki, bugün İslam dünyasında yönetici konumunda olanlar Kur’an’la çelişme pahasına kendilerini Allah’ın yeryüzündeki vekili olarak görüp, her şeye hükmedebileceklerine bile inanmaktadırlar. Biliyoruz ki peygamber dahil kimse Allah’ın vekili değildir, onun adına hüküm icra edemez. Zira Peygamber sadece Allah’ın elçisidir. Bu konuda Kur’an’da “Ey Muhammed! Biz seni onlara vekil olarak göndermedik” buyurulmaktadır. (İsra/54)
Oysa Müslüman ülkeler dahil bütün ülkelerin evrensel hukuk normlarına göre, yaşanabilir bir sistem oluşturma zarureti bulunmaktadır. Bu çerçeveden baktığımızda, insanlığın uzun tecrübeler sonucunda elde ettiği ve en ehven sistem olan demokratik sistem dışında yeni maceralar arama lüksü bulunmamaktadır.
Hal böyleyken, Müslüman dünyanın Kur’an’ın ve Sünnet’in önerdiği aklı, bilimi, hakkaniyeti, hakka-hukuka riayet etmeyi her seferinde parlak cümlelerle dillendirip, bu evrensel ilkeleri yaşadıkları çağın diliyle yeniden yorumlayarak hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem inşa edememeleri kelimenin tam anlamıyla bir talihsizliktir. Ne yazık ki Müslümanlar geçmişten derledikleri parlak masalların arkasına saklanıp, adaletsizlikler ve özgürlüklerin kısılması karşısında susmayı tercih ediyorlar. Bu gidişle, hayatları hep bir mehdi beklemekle geçecek gibi görünüyor...