Bizim de böyle yöneticilerimiz olur mu?
11 ilimizde yaşanan büyük depremin üzerinden tam 25 gün geçti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bizzat altını çizdiği gibi iktidar ne yazık ki ilk üç gün felaket bölgelerine gidemedi ve yeterli kurtarma çalışmalarını yapamadı.
Afeti yönetmekten sorumlu olan AFAD organizasyonda sınıfta kaldı, devletin en kadim kuruluşlarından birisi olan Kızılay ise çadır ticaretiyle meşguldü… Kısacası iktidarla birlikte devlet kurumları da enkaz altında kaldı…
Şimdi bütün toplumun zihninde olan soru şu; neden yıllardır üçüncü sınıf bir ülke görüntüsünden bir türlü kurtulamıyoruz?
Kuşkusuz bu ‘çadır devleti’ görüntüsünü oluşturan pek çok sabep var. Hemen herkesin altını çizdiği bir gerçek var ki gelişmiş demokrasilerin çoktan hallettiği evrensel hukuk normlarına dayalı bir hukuk devleti oluşturamadık, kurallı devlet olamadık, çünkü liyakat ve kaliteye adeta vebalı muamelesi yapan bir yönetim zihniyetine sahibiz.
Artık şunu biliyoruz, bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeği ortayken iktidar yirmi yıldan bu yana deprem tehlikesi altında olan şehirlerde çözüm konusunda hiçbir ciddi adım atmadı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurumların işleyişi ‘talimat’a bağlandığı için felaket bölgesinde üzerine düşeni yapamadı.
İyi güzel de bu ‘devletsizlik’ halinin bir sorumlusu olmayacak mı, ülkeyi yönetenlerin vermesi gereken bir hesap yok mu?
Elbette olmalı, eğer bir hukuk devletinin varlığından söz ediyorsak, üç-beş müteahhit kovalamakla bu ağır vebal ortadan kalkmayacaktır. Uzun süredir ‘hukuk devleti’ olma vasfını kaybeden Türkiye’de bu işlerin hiç de beklediğimiz gibi olmayacağının farkındayım.
Ama vicdan diye de bir şey var, yönetim makamında olanlar başlarını yastığa koyduklarında bir an olsun vicdanlarını dinleyip “Bu işte benim de sorumluluğum var, enkaz altında hayatlarını kaybeden ve de geride kalan acılı insanlara karşı bir borcum var, görevimden istifa ediyorum” deme erdemini gösteremeyecekler mi?
En küçük insani duyarlılığa sahip her bir sorumlu yöneticinin en azından yapması gereken budur, zaten normal devletlerde de bu işler böyle olur ve böyle olmalıdır.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, iki gün önce Yunanistan’ın Larissa kenti yakınlarında yolcu treni ile yük treninin çarpışması sonucu 38 kişi hayatını kaybetti. Yunanistan ulaştırma Bakanı Kostas Karamanlis, “Haksız yere ölen insanların anısına saygının temel bir göstergesi olarak” istifa etmeyi ‘görevi’ olduğunu düşündüğünü söyleyerek istifa etti.
Dünyada buna benzer o kadar ibret verici örnekler var ki doğrusu insan, şu andaki Türkiye fotoğrafıyla karşılaştırdığında hayıflanmadan edemiyor. Bu konuda farklı ülkelerde yaşanan bazı örneklere kısaca bakmakta yarar var.
-Japonya Başbakanı Naoto Kan, Mart 2011’de yaşanan 8.9 şiddetindeki deprem ve ardından gelen tsunamide etkisiz kriz yönetimi sonucu eleştirilince istifa etmişti.
-Güney Kore Başbakanı Chung Hong Won, öğrencilerin okul gezisi için taşındığı feribot faciasında 276 kişi hayatını kaybedince istifa etmişti.
-İsveç Maliye Bakanı Mona Sahlin, devletin verdiği kredi kartıyla markette bir adet Toblerone çikolata aldı, soruşturma açıldı ve istifa etti. (2021)
-Fransa İletişim Bakanı Alain Carignon, kamu malını kötüye kullandığı suçlamasının çıkması üzerine daha soruşturma başlamadan istifa etmeyi tercih etmişti. (2015)
-Norveç Adalet Bakanı Knut Storberget, 77 kişinin hayatını kaybettiği Oslo’daki çifte saldırıda yetersiz kaldığı eleştirileri yapılınca istifa etmişti. (2011)
-Mısır Ulaştırma Bakanı Rashad al-Mateeni, 49 kişinin öldüğü tren kazası sonucu istifa etmişti. (2012)
-İtalya Altyapı ve Ulaştırma Bakanı Maurizio Lupi, yaptıkları ihalelerde yolsuzluk yaptığı ve bir işadamından 10.350 euro değerinde saat aldığı ortaya çıkınca istifa etmişti. (2015)
Galiba yönettiği ülkenin insanlarına saygı duyan, felaket anlarında halkının acısını yüreğinde hisseden erdemli yöneticiler böyle oluyor… Kim bilir, belki bir gün bizim de böyle yöneticilerimiz olur.