Mızrak çuvala sığmıyor...
Türkiye İstatistik Kurumu dün sabah enflasyonu açıkladı; her ayki tartışmamız yeniden başladı. Neredeyse hepimiz, TÜİK’in enflasyonu makyajladığına ve olduğundan daha düşük çıkardığına inanıyoruz.
Uzun yıllardır İstanbul’da Ticaret Odası’nın yaptığı yerel enflasyon hesabı ile TÜİK’in ulusal hesabı arasında hep bir paralellik oldu ama son dört aydır bu ilişki bozuldu. İTO’ya göre İstanbul’da enflasyon yüzde 99; TÜİK ise ancak yüzde 80 sınırına kadar gelebildi. Aradaki bu fark son dört ayda oluştu.
Fakat tabii elimizde kesin delil olmadığı için bunlar hep şüphe. Ümidimiz, yarın iktidarın değişmesiyle TÜİK üzerinde bağımsız bir araştırmanın yapılması, bu kurumun ürettiği bilginin hiç değilse ondan sonra güvenilir kalmasının güvence altına alınması.
Makyajlı veya değil; makyajı çok fazla veya azıcık, çok da fark etmiyor; TÜİK’in açıkladığı kadarıyla bile mızrağın çuvala sığmadığını görüyoruz artık.
Nostaljik bir değeri olduğu için yazıyorum. Örneğin geçen yıl bu vakitler enflasyonumuz sadece yüzde 18,95’miş. İki yıl önce ise 11,76… Onlar da yüksek enflasyon rakamlarıydı ama bugün o rakamları arıyoruz.
Bence en çarpıcısı şu: 2020 yılının Temmuz ayında 7 aylık birikimli enflasyon yüzde 6,37 imiş. Bu rakam Temmuz 2021’de, yani geçen yıl 10,41’e gelmiş. İki yılın ilk 7 ayları arasındaki fark yüzde 4,04 olmuş. Oysa bu yıl yedinci ayın sonunda toplam enflasyon yüzde 45,72. Geçen yıla göre fark yüzde 35,31.
Tek başına bu rakam bile aslında Tayyip Erdoğan hükümetinin enflasyon üzerindeki kontrolu nasıl elinden bıraktığını göstermeye yeterli. Biliyorsunuz ülkemizde enflasyonla nutuk atarak mücadele ediliyor, başka hiçbir şey yapılmıyor, hatta tam tersine enflasyonist siyasetler benimseniyor.
Türkiye’de geleneksel olarak yaz ayları enflasyonun gevşeme aylarıdır. Sebebi de, yaş sebze ve meyvenin devreye girip fiyatları aşağı çekmesidir. Bu yıl tam tersi oldu. Geçen yıl temmuz enflasyon yüzde 1,80 gelmişti; bu yıl 2,37 oldu. Yani artmaya devam etti. Tayyip Erdoğan’ın da “Bolluk olacak” deyip ucuzlamasını beklediği gıda ve alkolsüz içecek fiyatları bu ay yüzde 3,15 arttı.
Erdoğan zaman zaman neden enflasyonla mücadele etmediği sorusuna cevap verme ihtiyacı duyuyor ve türlü çeşitli şeyler söylüyor. Geçen gün mesela bir kez daha “Biz istihdamı tercih ettik” dedi.
Doğrudur, Türkiye Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırıyor. Son bir yılda 2 milyon 600 binden fazla kişi istihdam edildi; geçmişte bir yılda bu kadar çok insanın istihdam edildiği görülmemişti. Ama bir şeyi unutmayın: İstihdam edilenlerin neredeyse tamamı zaten salgın döneminde işini kaybetmiş olanlardı; yaratılan istihdam ise çok az bir kısmı dışında yeni yatırımlardan gelmedi, zaten var olan ama kullanılmayan kapasiteydi bu. Örneğin inşaat sektöründe hala kullanılmayan bir kapasite var; bu sektör canlanırsa bir anda birkaç yüzbin kişiyi işe alabilir. TOKİ’nin 150 bin toplu konut yapmaya kalkışmasının arka planında bu beklenti var.
Tayyip Erdoğan, “Biz istihdamı tercih ettik” diyor ama ekonomi politikasının istihdamı ve üretimi teşvik etmesi için enflasyonla mücadeleyi bir kenara atması, TL’nin değerini bile isteye düşürmesi gerekmiyordu.
Nitekim aynı Erdoğan, hayat pahalılığı hatırlatılınca bir seferinde, “İş sahibi olanlar şükretmeli” dedi, “Bazı şükürsüzler var.”
Cumhurbaşkanı’nın enflasyonla neden mücadele etmediğini anlatmak için dile getirdiği bir başka gerekçe, “Bize sunulan hazır reçeteleri reddettik” cümlesi. Bu cümleyi uzun uzun anlatmaya bayılıyor Cumhurbaşkanı, buradan “Vahşi emperyalizmle mücadele eden Erdoğan” portresi çıkardığını düşünüyor.
Doların fiyatı 18 lirayken o portrenin ortaya çıkması ona bir şey kazandırıyor mu, emin değilim ama burada da bir yanılma/yanıltma var. Yurt içinde ve dışında söylenen “TL’nin değerini koru, bunun için de faizi arttır” eleştirisiyle bir zamanlar IMF gibi kurumlar tarafından dayatılan politikalar arasında bir benzerlik yok. Faizi arttırmak, ekonomi biliminin emrettiği bir şey.
Merkez Bankası yıl sonunda yüzde 60’ın üzerinde enflasyon beklediğini kendisi söylüyor ama politika faizini yüzde 14’te tutmaya devam ediyor.
Yani, Merkez Bankası’na göre parasal genişlemeyle enflasyon arasında bir ilişki yok.
Oysa ekonomi bilimi böyle demiyor. Enflasyon yüzde 80’ken Merkez Bankası’nın bankalara yüzde 14’le para satmasının tek bir anlamı var: Karşılıksız para basıyor.
Nitekim bu yüzden, geçen yıl yüzde 20 bile olmayan enflasyon bu yıl 4 kat artarak yüzde 80’e dayandı. Erdoğan zorla Merkez Bankası’na karşılıksız para bastırmasa, enflasyon 4 kat artmayacak, dolar TL karşısında yüzde 100’ün üzerinde değer artışı yaşamayacak.
Erdoğan geçen yıl zorla faiz indirimlerine başlatmak yerine Merkez Bankası faizini yüzde 24’lere getirse, bugün enflasyon yüzde 12-13 gibi bir seviyeye gerilemiş olacak, Merkez Bankası faizi ise yüzde 14’ün bile altında kalacaktı.