Meğer Sezgin Baran Korkmaz aslında mağdurmuş da haberimiz yokmuş
Geçen hafta, artık kendi başına bir medya olan Fatih Altaylı, YouTube üzerinden yapmaya devam ettiği Teke Tek programında adını epeydir unuttuğumuz Sezgin Baran Korkmaz’ı konuk etti. Üç saatlik program hem olağanüstü çok izlendi hem de bir anlamda gündem oldu.
Programın doruk noktası veya biz gazetecilerin deyimiyle manşeti elbette Sezgin Baran Korkmaz’ın iş insanı İnan Kıraç’tan olan 45 milyon dolarlık alacağından vazgeçmesi için dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan baskı gördüğünü söylemesiydi.
Bu iddiayı biz 2021 Haziran ayında Sedat Peker videolarında duyurduğundan beri biliyorduk ama ilk kez olayın taraflarından biri olarak Sezgin Baran Korkmaz bu konuda konuştu ve olayı doğruladı. Günün birinde Süleyman Soylu da açıkça konuşur ve yaptığını kabul ederse olay iddia olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşecek.
Türkiye’de siyasetle iş dünyası kesişiminde yaşanan çok sayıda vahim skandaldan biri bu. Bu skandalda şaşırtıcı olan, hiç de iktidar yanlısı olarak nitelenemeyecek, hatta iktidar karşıtı denebilecek bir iş insanı olan İnan Kıraç lehine Tayyip Erdoğan’ın devreye girmiş olması.
Ancak, Tayyip Erdoğan’ın İnan Kıraç lehine devreye girmesi kadar şaşırtıcı olan, İnan Kıraç ile Sezgin Baran Korkmaz’ın yollarının kesişmesi, SBK’nın İnan Kıraç’ın eski ortakları Jan ve Klod Nahum kardeşlerle sorununu çözmek için devreye girmesi.
Sezgin Baran Korkmaz, 5 Aralık 2020 günü Süleyman Soylu ile görüştükten ve Soylu’nun ‘İnan Kıraç’ın borcunu sil’ baskısına maruz kaldıktan sonra ertesi gün yurt dışına çıktı. Aslında bu gezi önceden organize edilmiş birkaç günlük bir seyahatti ama SBK geri dönmedi, uzun süre Avrupa’da kaldı, sonunda tamamen başka bir iş ilişkisindeki tuhaflıklar nedeniyle Avusturya’da yakalanıp tutuklandı, en sonunda da Amerika’ya gönderildi. Bugün hala orada, başındaki hukuki sorunlar bitmiş değil.
Sezgin Baran Korkmaz, Fatih Altaylı’nın programında yeteri kadar sert soruya da maruz kalmadan tek taraflı konuştu, hatta bazı isimler için çarpıcı iddialar da dile getirdi. Bakınca videonun altına 7 bine yakın kişi yorum yapmış, yorumculardan bazıları SBK’nın masum ve mağdur olduğuna kanaat getirmiş gibi duruyor. Bu da maalesef Türkiye’ye özgü bir tuhaf durum; Sedat Peker’i de böyle bir zamanlar ‘halk kahramanı’ olarak görenler vardı. Benzer bir mertebeyi anlaşılan SBK da istiyor, kısmen başardı aslında.
Ama SBK ne bu programda anlattığı kadar masum biri ne de aslında tamamen mağdur. Onun bir biçimde kendine hedef seçtiği kişileri ve şirketleri ne hale getirdiğine, bunu yapmak için bankalardan yargı sistemine kadar pek çok alanda kendine nasıl müttefikler bulduğuna dair sayısız öykü var. Zenginliğinin kökeninde şirketler dünyasında bir çeşit mafya gibi hareket etmesi ve başkalarının işlerine el koyması (veya moda mafya tabiriyle çökmesi) yatıyor.
Sezgin Baran Korkmaz’ın iş ahlakı hakkında bir fikir edinmek için kendi ağzından anlattığı bir öyküyü bakmakta fayda var:
İş hayatına yeni başlayacağı günlerde SBK, gümrükte takılıp kalmış ve gümrük idaresi tarafından satışa çıkarılmış minik bir cihazdan haberdar olur. İddiaya göre bu cihaz su arıtmakta kullanılmaktadır ve gümrükte bu cihazdan 62 bin tane vardır, devlet bunları tanesi 1 liradan satacaktır.
SBK borç harç para bulur ve bu cihazları alır. Tanesini 1 liraya aldığı cihazı 70 liradan ‘Su arıtma cihazı’ olarak pazarlamak ister ama satamaz. Bu arada alacaklıları kapıya dayanır, SBK zor durumdadır. Aklına gelir ki, bu cihazı ‘Yakıt tasarrufu sağlıyor’ diye satmak da mümkün. Öyle yapar ve hepsini satar.
Oysa bu bir dolandırıcılık. Çünkü bu cihaz (basit bir mıknatıs sistemi aslında) ne su arıtıyor ne de yakıt tasarrufu sağlıyor. Ama SBK bu öyküyü bugün bile övünerek anlatıyor.
Aslında daha sonra yaptıklarına bakınca SBK’nın bu dolandırıcılığı masum bile kalıyor. Kurduğu rüşvet ağı ve bu arada Amerika’daki iş ortaklarından gelen kara para sayesinde bankalardan ödeme güçlüğüne giren şirketleri öğreniyor, aynı ağı kullanarak bankalara kredileri geri çağırtıyor, gerekirse şirketlerin iflasına mahkemelerden karar aldırtıyor ve sonra da kurtarıcı pozunda gelip o şirketler ile varlıklarını ele geçiriyor.
SBK bu yöntemi de sanki topluma ve ekonomiye büyük faydası varmış gibi anlatıyor, ‘Benim işim bu şirketleri ekonomiye geri kazandırmak’ diyor. Tamam ama aynı kişi aynı anda hem ilaç şirketini hem inşaat şirketini hem plastik kalıp şirketini hem de otel işletmesini nasıl oluyor da batmaktan kurtarıyor?
SBK’nın ‘başarı’ diye anlattığı şeyin yegane izahı, onun basit nakit sıkışıklığına girmiş ama aslında işi kârlı olan şirketleri kendine hedef seçmesi. Şirket birden kendini olduğundan daha kötü bir durumda buluyor ve arkasından da SBK’nın saldırısına açık kalıyor.
Kendini mağdur ve mazlum olarak satmasına inanmak çok zor SBK’nın.