Eyvah hepsi birden geliyor: Süreç, demokrasi, barış
Birkaç ay önce başlayan yeni çözüm sürecinde mutlu sona yaklaşıyoruz zahir. Hani Öcalan TBMM’ye gelecek ve DEM grubunda PKK’yı feshedecek biz de ona Umut Hakkı tanıyıp tahliye edecektik. Bu formülü de Batılı dostlarımız bize kuvvetle telkin ediyordu. Zaten müebbede Umut Hakkı ile tahliye, İngiliz icadıydı. Bir vaveyladır koptu, terörist başı nasıl TBMM’ye davet edilir de orada konuşturulurdu! Sonra bu yeni açılımı başlatmak için DEM’den bir heyet İmralı’ya gidip bölücübaşı ile görüşmek için Adalet Bakanlığına başvurdu. Bakanlık “rölans” çekti ve bütçe müzakerelerinin sonunu işaret etti.
Yukarıdaki paragrafta anlatılanlar size makul ve olağan mı geliyor? Öyle geliyorsa bir daha okuyun. Bir kere müthiş bir kamuoyumuz var. Dikkatli ve çarıklı erkânı harp ferasetinde. Hemen anladılar ki bütün bu hikâyede en önemli nokta, Öcalan’ın nerede konuşacağıydı. Ne konuşacağı, serbest bırakılması, sevgili iktidarımızın bitti dediği PKK’yı bir daha feshetmenin anlamı falan ikinci derecede idi. Söz konusu TBMM’de konuşup konuşmamaksa gerisi teferruattı anlaşılan.
EŞEK VE KİLİM
Genç dostum Esad Kıraç bana bir Nasrettin Hoca fıkrası hatırlattı. O da ilhamını Aziz Nesin’in bir hikâyesinden almış. Bir köylüde çok kıymetli bir kilim vardır. Köylü kilimin değerinden habersiz, onu eşeğinin semerinin altına sarmaktadır. Açıkgöz bir alıcı kilimi almayı kafasına koyar, fakat kilime talip olsa köylü uyanacak. Onun için gider ve eşeğe talip olur. Sıkı bir pazarlık yürür. Saatler sürer. Sözde anlaşamazlar. Artık ayrılacaklarken açıkgöz alıcı, “Yahu akşamı ettik. Olmadı. Eşeği vermedin. Hiç olmazsa şu kilimi alayım.” deyip yok bahasına asıl maksadına vasıl olur. Esad, “Şimdi”, diyor, “kilim, Türkiye’nin çözülmesi ve Öcalan’ın çıkması. Ama biz eşeği, yani bölücü başının TBMM’de konuşup konuşamayacağını tartışıyoruz.” Sonuçta şöyle bir sonuca varabiliriz: “Aslanlar gibi direndik ve Öcalan’ı meclise sokmadık. Devlet budur işte. Karşılığında anayasayı değiştirmişiz, özerklik vermişiz, federasyon yapmışız, egemenliği paylaşmışız, Öcalan’ı bırakmışız, bunlar teferruat.”
Garabet bundan ibaret değil. Sayın Adalet Bakanlığı günler, haftalarca müracaata cevap vermedi. “Değerlendirdi.” Bu bağlamda değerlendirmek ne demek? İşin mevzuat, hukuk cephesi herhâlde çok ama çok karışık. O kadar karışık ki infaz savcısının veya bir mahkemenin veya koskoca bakanlığın bu konuda karar vermesi öyle bir güne, iki güne sığacak bir mesai değil. Kolay mı bir mahkûmu ziyaret ettirmek! Ama Bakanlık, DEM’lileri bütün bütün boşlukta bırakmadı, bir tarihe işaret etti: Hele bütçe müzakereleri bitsindi.
SÜREÇ GELİYOR SÜREÇ!
Peki, ziyaret için neden bütçe müzakereleri bitmeliydi? İmralı’nın gardiyanları bütçe müzakerelerinde mi görevlendirilmişti ve elde yeterli gardiyan mı yoktu? Bütçe müzakerelerine katılanlar İDO ve BUDO ile gidip geliyordu da DEM’i İmralı’ya taşıyacak vapur mu kalmamıştı? Asıl sebep, dönüşte DEM’den yapılan açıklamada görülüyor: “DEM Partili Buldan ve Önder, dün İmralı’ya giderek Öcalan’la görüştü. DEM Parti’den yapılan açıklamada PKK liderinin silah bırakma çağrısı için hazır olduğu aktarıldı. Öcalan’ın ‘Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya katkıyı sunacak kararlılığa sahibim.’ mesajı paylaşıldı. Buldan, silah bırakma çağrısının tarihinin belli olmadığını ve sürecin yeni yılda her partiyle görüşerek başlayacağını söyledi.”
Herkes paradigma demeye başladı birdenbire. Bu kelimenin seçiliş toplantısını gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Çözüm, süreç, barış, demokrasi… Hepsini denedik Olmadı. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım: Paradigma! Hah! Kimse ne olduğunu bilmez. Acıtmaz. Paradigma! Güzel.
MAAZALLAH: HEM BARIŞ, HEM DEMOKRASİ
Yaa. Meğer bir paradigmaya bağlı bir süreç başlıyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Sevgili iktidarımız da bunu bildiği için bu sürece bütün dikkatini vermek istiyormuş meğer. Kısıtlı olan ne BUDO ne İDO ne de gardiyan. Kısıtlı olan iktidarın bir seferde meşgul olabileceği “süreç” sayısı. İktidarımız sanki tek kişiymiş gibi davranıyor nedense. Her seferde bir süreç. Siz ne bekliyordunuz? Öcalan PKK’yı feshettim diyecek ve biz de ona, “Hadi yine iyisin. Al sana umut hakkı. Yürü…” mü diyecektik!
Nasıl bir süreç dersiniz? Onu da Buldan açıklamış:
“Barış ve demokrasi isteniyorsa herkesin elini taşın altına koymasının vakti geldi artık. Herkes katkı sunmalı. 2015 herkese ders oldu Bir dönemi daha heba etmemek gerekiyor… Bu topraklara illa ki barış gelecek ama sanırım barışa en yakın olduğumuz zaman içerisindeyiz. İmralı’da çok olumlu ve iyi bir görüşme yaptık. Evet, devir barış ve demokrasi devri.”
İmralı Adası’ndan silah bırakma, yani mütareke- terk ediş geliyor dostlar. 30 Ekim 1918’de Limni Adası’ndan geldiği gibi. Hani siz onu “Mondros” diye bilirsiniz. Sonra da demokratik, siyasi ve hukuki çözüm gelecek. Fransa’nın Sevr şehrinden geldiği gibi. Eşit şartlarda. Öyle onların topraklarındaki barajlardan elektrik üretip sonra onlara geri satmak yok. Yağma yok. “Diyarbakır onların, İstanbul hepimizin!” Anayasadaki karanlık vesayet izlerini temizleyelim. Haydi, pamuk eller taşın altına.