Yalan söyleyen tarih utansın

CUMARTESİ YAZILARI

Abdülaziz’in ölümünün intihar mı cinayet mi olduğuna ilişkin tartışmada cinayet tezini savunan yayınların teşkil ettiği literatür ötekinden açık ara daha geniş ve yaygın. (Son dönemdeki TV dizilerinin etkisini hiç saymıyorum.) İntihar tezini savunan az sayıda akademik yayına mukabil “cinayet literatürü” popüler kalemlerin çok satan kitaplarından oluşuyor.

En başta Necip Fazıl, Sultan Aziz’in cinayet sonucu öldürüldüğünü savunan ve Yıldız Mahkemesi kararlarının doğruluğuna inanan geleneğin en parlak kalemlerinden biri olarak söz konusu literatürün gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Ancak, aynı geleneğin diğer mensuplarına nazaran, mahlu’ padişah hakkında da olumlu kanaatlere sahip değildir:

Abdülaziz tahtta... Mâli buhran son haddinde... Karadağ mes’elesi alevlenmekte. Herkes ayaklanmakta, Batı dünyası tepemize binmeye hazırlanmakta... İlk fermanlar: Valide Sultana bin kese maaş bağlansın. Şehzadelerin ‘Hazine-i Hassa’ dan verilen maaşları da, Sultan aylıkları gibi mâliye hazinesinden ödensin! Zavallı halk, daha Abdülaziz’in ilk tavriyle, onda vehmettiği Büyük İskender yerine, safi seksen, doksan kıyye çeken bir ahmak peydahlandığını görmeye başlamış ve memleketine mi, onun bönlüğüne mi ağlamak gerektiğini kestiremez olmuştur! Evvelki borçların yükünü karşılamak ve ‘kaime’ rezaletini kapatmak için, Londra’dan iki yüz milyon franklık bir istikraz... Haydi, tütün, tuz, damga, patent gelirlerinden yılda onaltı milyon frank tahsisi de devleti hacr altına almaktan başka manâsı olmayan ‘Düyûn-u Umumiyye’nin ilk hazırlığı...”

Midhat Paşa ve arkadaşları Necip Fazıl’a göre “Abdülaziz’i devirmek gibi dosdoğru bir işi yap-yanlış bir gaye uğrunda yerine getirirler.”

Yazarımız eski padişahın ölümüyle ilgili tartışmanın ayrıntılarına fazla girmeden mahkeme kararının doğruluğunu savunur: “Hâkimler ittifakla idam kararı veriyor. Karar, bütün kademelerden geçiyor ve nihayet vatan büyüklerinden, gerçek vatan kahramanlarından bir heyetçe de doğrulanıyor.” (NFK, “Ulu Hakan Abdülhamid Han”, bd, 1977)

***

Muhafazakâr kesimde çok okunan Mustafa Müftüoğlu’na göre “Abdülaziz Han, Eşekçi Ahmed’in oğlu Serasker Hüseyin Avni ile avanesi tarafından öldürtülmüş ve Sultan Aziz’in iki bileğinin damarlarını kesmek (!) suretiyle intihar ettiği (!) enti-püften bir raporla sözde tespit edilerek, bu rapor ‘Resmi tebliği’le birlikte yayınlanıp cinayet ört-bas edilmek istenmiştir!” (“Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Cilt 2”, Çile, 1979, sh. 88)

Günümüzün en popüler tarihçisi İlber Ortaylı da benzer görüştedir: “Ben öldürüldüğü kanısındayım. Çünkü Sultan Abdülaziz bir kere çok dindar. Dindar adamlar kolay intihar etmiyorlar. Abdülaziz yaşamayı seven biri... İddialar ikna edici değil… Fransızca bilmiyor, ama mesela İmparatoriçe Eugenie’le olan muaşakası artık bir sır değil. Çekici bir adam. Yani ne diye intihar etsin?” (“Tarihin İzinde”, Profil, sh. 33, 2008)

Anlaşıldığı kadarıyla popüler tarihçimiz bizzat araştırmış değildir konuyu. Araştırmış olsa daha makul ve mantıklı gerekçeler ileri sürerdi herhalde. Nitekim yukarıdaki sözlerinin devamında “Yılmaz Öztuna’nın hakikaten bir katkısıdır tarihçiliğe bu Abdülaziz olayının yorumu” diyerek referansını belirtmektedir...

Gerçekten de Abdülaziz’in hal’i ve ölümü meselesi üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmaların başında Yılmaz Öztuna’nın “Bir Darbenin Anatomisi” kitabı gelir. Defalarca basılmış, çok okunmuş ve dahası ilgili literatürü besleyen en mühim kaynak olmuştur bir roman akıcılığındaki bu eser. Ne var ki 400 küsur sayfadan oluşan kitabında neredeyse hiç dipnot kullanmayan ve tek bir (sayıyla 1) kaynak bile göstermeyen Öztuna, dayanağı meçhul birtakım iddialar ve rivayetler sıralayarak Sultan Aziz’in cinayet kurbanı olduğunu iddia ediyor. Ama ondan önce padişahı hal’ etmiş olan devlet adamlarını tek tek ve uzun uzun bize tanıtıyor; bunların ne kadar cahil, kindar, hırsız, beceriksiz, ırz düşmanı, “yoksulluktan gelen”, “Fransızca bilmeyen” kişiler olduklarını anlatıyor.

Mesela kitabın bir yerinde “Tuna Valiliği’nde hârikalar meydana getirdi. Çağın Avrupa ölçüsünde en muktedir umûmî valilerinden biri olarak kabul edildi. Eyâletine büyük bayındırlık getirdiği gibi, en küçük âsâyişsizlikleri bile disiplin altına aldı. Okullar, yollar, bankalar, fabrikalar yaptırdı” sözleriyle andığı Midhat Paşa’dan ilerleyen sayfalarda “Bu muhteris, akılsız ve gerçekleri kavramakta yeteneksiz vezir” diye söz edebiliyor.

Redif Paşa hakkında “Gafil, zayıf karakterli ve palavracı bir asker” tanımını kullanıyor. “Her türlü necâbet hissinden uzak, klasik bir ‘alçak adam’ tipi” diye tarif ettiği “Avni Paşa adındaki mahlûk” için “Irz düşmanı olduğu da yaygın rivayet hâlindeydi. Üstelik devlet parası çaldığı, bu para ile, yoksulluktan gelenlere mahsus lüzumsuz gösterişler yaptığı biliniyordu” diyor.

Kazasker Halil Efendi’yi “Yeni rejimde külâh kapmak sevdasıyla: Hal’ emr-i hayrına çarşaf kadar fetvâ yazarım, diyen yobaz” diye anıyor. Başka bir yerde de “aşağılık yobaz” diyor.

***

Dini bütün bir Müslüman’ın böyle bir şeyi göze alamayacağı âşikârdır. Hele bütün Müslümanların başı olan bir halifenin böylesine bir günahı irtikâb edeceğine ihtimal verilemez” sözleriyle intihar tezine karşı çıkan Öztuna, “klinik psikopat olduğu muhakkak bulunan Avni Paşa’nın, Sultan Aziz’in öldüğünü görmeden rahat nefes alamayacağını” gerekçe göstererek padişahın öldürülmüş olduğu görüşünü savunur.

Olayın ayrıntılarına girildiğinde de benzer akıl yürütmeler yoluyla birtakım hükümlere varmaya çalışır. Mesela, cesedi inceleyen 19 hekim tarafından imzalanan ve olayın intihar olduğunu ortaya koyan rapor hakkında şunu söyler: “Doktorların birkaçı askerî doktor olmak bakımından seraskerin emrindeki subaylardır. Bir kısmı da seraskerin, nâzırların, Sultan Murad’ın doktorları ve dostlarıdır. Onları müşkül durumda bırakacak bir rapora imza koymak istemeyecekleri âşikârdır.”

Olay sırasında padişahın oda kapısının kilitli olması hakkındaki çıkarımı şudur: “Kapıyı ya dışarı çıkarken katiller kilitlemişlerdir veya herkes kapıdan çıktığı halde tek başına pencereden atlayan Cezayirli Mustafa tarafından içeriden kilitlenmiştir.”

Tarihçimizden öğrendiğimize göre, “Sultan Abdülaziz’in ablası Adile Sultan’ın, kardeşinin öldürüldüğü hakkındaki kanaatine öteden beri tarihçiler büyük ehemmiyet vermişlerdir. Gerçi Adile Sultan vak’a sırasında sarayda değil, kendi hususî sarayında oturuyordu… Fakat Adile Sultan, ağzından çıkan her sözün gerçek olmasıyla meşhurdu.”

Peki, öyleyse “Ağzından çıkan her sözün gerçek olmasıyla meşhur” olan bu kişinin niye mahkemede şahitliğine başvurulmadı? Çünkü, Öztuna’ya göre, “Yıldız Mahkemesi hazırlık sorgusunda vâlide sultanlar bile sorguya çekildiği halde, onun sarayına bir savcı göndermeye Sultan Abdülhamid cesaret edememişti. Zira savcıyı kabul etmeyeceğini biliyordu.”

Bir Darbenin Anatomisi” kitabında iddianamenin dayandırıldığı senaryodaki tutarsızlıklar, sanık ve tanık ifadelerindeki mantıksızlıklar, yargılamadaki tuhaflıklar ya görmezden geliniyor ya da tevil edilmeye çalışılıyor. Herhalde bir “tarihçi”nin işi bu olmamalı.

Sonuç itibarıyla, aslında Yıldız Mahkemesindeki iddianameyi rahat okunan bir popüler tarih kitabı şeklinde yeniden yazmıştır tarihçimiz. Yalnızca cinayet senaryosunu rasyonelleştirme, biraz daha inandırıcı hale getirmek amacıyla ufak tefek değişiklikler vardır kitapta. Mesela cinayette Midhat Paşa’nın rolünün bulunmadığını açıkça söyler. Sultan Murad’ın da olaydan haberdar olmadığı kanaatindedir. Asıl suçlular “yoksul bir köylü çocuğu olan” Avni Paşa ile “cariyelikten gelme” Valide Sultan’dır.

Osman oğulları hanedanına ve monarşi kurumuna ruhî bir zaaf derecesinde yakınlık duyan tarihçimizin asıl öfkesini çeken husus bir padişahın kulları tarafından tahttan indirilmeye cüret edilmesidir: “Şehzâde Abdülhamid Efendi… Amcasının ve ailesinin nasıl kayıklara bindirilip zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu’na çıkarıldığı sahnesini, hayatının sonuna kadar unutmayacaktı. Bu işi yapanları doğduklarına pişman edecek, cehennemleri başlarına geçirecekti. Kendisi de benzeri bir oyuna gelmemek için, otuz küsur yıl, milleti pek çok rahatsız eden bir sürü tedbir alacaktı.”

Görünen o ki özellikle cumhuriyet devrinde gelişerek reaksiyoner muhafazakarlığın ideolojik çerçevesine dönüşen “Hamidist” bakış açısı kendi meşruiyetini (ve mağduriyetini) dayandıracağı tarihsel bir zemin olarak söz konusu olayı değerlendirmeye çalışıyor. Ama aynı zamanda Türk sağında genel eğilim durumundaki Osmanlı tarihi veya Osmanlı kültürü gibi kavramları Osmanlı ailesiyle bir tutma yanlışı bu cenahın kalemlerinin birçok konuda abartılı bir defans pozisyonu almalarına yol açıyor.

YORUMLAR (81)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
81 Yorum