Venezuela ne yapsaydı bu duruma düşmezdi?

Venezuela’da yaşanan siyasi krizin mahiyetini tam bilmediğimiz ve aslında araştırmaya da ihtiyaç duymadığımız için olan bitenleri emperyalist güçlerin mazlum milletlerin kaynaklarına el koyma arzusuyla açıklayabiliriz kolayca. Ne de olsa benzer hadiselere daha önce ABD ile Küba, ABD ile Nikaragua, ABD ile Haiti arasında da şahit olduk. “Yankee”lerin Latin Amerika’daki emperyalist politikaları üzerine uçsuz bucaksız bir sol literatür var zaten. Gelgelelim -güncel olaylardan bağımsız olarak- Kuzey Amerika ile Güney Amerika ülkeleri arasındaki iktisadi ve medeni gelişmişlik farkının sebeplerini tek başına sömüren-sömürülen ilişkisiyle açıklayabilir miyiz?

Aslına bakarsanız Kuzey Amerika’yı istila eden İngilizlerin varisleri bugün İngiliz tarzı bir kapitalist sisteme sahipken, aynı şekilde Güney Amerika’da da İspanyol istilacıların yönetim ve ekonomi modeli devam ettiriliyor. Problemin kaynağında da bu iki modelin farklılığı var.

Baştan başlayalım… Modern zamanların ilk emperyalist gücü İspanyollar ve Portekizlilerdi. Her ikisinin de -Wallerstein’in terminolojisiyle- modern dünya sisteminin ilk hegemonları haline gelişleri önce uluslararası deniz ticaretindeki hakimiyetleri, sonra da güçlü askeri donanmalarıyla yeni kıtada ele geçirilen sömürgelerin yağmalanmasına dayanan “ganimet ekonomisi” sayesindeydi. Bilahare hegemon hale gelecek olan Hollanda ve İngiltere’nin ekonomik dayanağı ise hem ticari ve endüstriyel gelişmişlikleri hem de para ve kredi piyasalarındaki güçleri olacaktır.

15. yüzyılın sonlarında İspanya ile Portekiz harita üzerinde dünyayı aralarında bölüşmüşlerdi. Dünyanın yeni keşfedilen kısımlarını paylaşmak üzere 1494 yılında iki ülke arasında imzalanan Tordesillas Antlaşmasına göre Cape Verde adalarının yaklaşık 2000 km batısından geçen hayalî bir çizginin batısında kalan dünya İspanya’ya, doğusu ise Portekiz’e bırakılıyordu.

***

Amerika’nın kâşifi olan İspanyollar yeni kıtanın güneyini istila ettiler ve özellikle Meksika ile Peru’nun zengin altın ve gümüş varlığını yağmalayarak Avrupa’ya taşıdılar. Önce mevcut altın ve gümüş eşyanın eritilip İspanya’ya gönderilmesiyle başlayan yağma bu eşyalar bitince madenlerin işletilmesiyle sürdürüldü. Bu yağma iki yüzyıla yakın sürdü. İber yarımadası Avrupa’nın ekonomik ağırlık merkezi haline geldi.

Ne var ki İspanyollarla Portekizlilerin elindeki altın ve gümüş stokları günün sonunda Hollanda, Belçika ve İngiltere’nin elinde toplanacaktı. Çünkü Avrupa’nın yeni zenginleri ihtiyaç duydukları mamul maddeleri dışarıdan ithal ediyorlardı. Çok paraları vardı. Harcayarak bitmeyecekmiş gibiydi... Ama yağma ekonomisinin sağladığı refah sürdürülebilir olmadı. Sömürgelerden çıkarılan altın ve gümüş bitince sistem çöktü. Aynı zamanda “merkantilizm” adı verilen iktisadi model de çökmüş oldu.

Üstelik hem İspanyollar hem de “denizci ve tüccar millet” Portekizliler bu dönemden sonra daha önceki enerjilerini, dinamizmlerini de kaybettiler; deniz ticaretindeki rolleri de giderek azaldı. Mamul madde ticaretiyle zenginleşme yolunu tutan kuzeybatı Avrupa’nın protestan milletleri ise bilim ve eğitim alanında yaptıkları yatırımın da karşılığını alarak endüstri devrimini gerçekleştirdiler. Bu ülkelerde ticarî kapitalizm yerini sınaî kapitalizme bıraktı. Böylece eski hegemonlarla aralarını kısa zamanda açtılar.

Yeni kıtada neler oldu peki? Yeni kıtanın güneyini yağmaya gelen istilacılar ile bunların torunları burada kendi anlayışları doğrultusunda bir iktisadi ve siyasi sistem kurdular; Kuzey Amerika’yı istila edenler ise başka bir sistem.

Aslında Kuzey’e gelen istilacılarla Güney’e gelen yağmacılar arasında bir zihniyet farkı yoktu. Her ikisinin de gayesi yeni kıtadaki zenginlikleri ele geçirmekten ibaretti. Ancak güneyde bulunan altın ve gümüş kuzeyde yoktu; Avrupa’nın daha çok Protestan bölgelerinden gelmiş olan Kuzeyliler buradaki geniş ve verimli topraklarda tarım ve hayvancılığa başlayarak zamanla endüstrileşip Avrupa’ya ve bu arada güneydeki altın ve gümüş sahiplerine mamul madde satmaya koyuldular. 19. yüzyıla gelindiğinde Güney ile Kuzey zenginlikte ve medeni gelişmişlikte yer değiştirmişti bile. Sonraki süreçte aradaki mesafe astronomik ölçüde arttı ve bugüne gelindi…

***

ABD’nin son iki yüzyıldır -Monroe Doktriniyle arka bahçesi olarak ilan ettiği- Güney Amerika’nın siyasi rejimlerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye ve şekillendirmeye çalıştığı sır değil. Diğer küresel güçlerin ellerinden geldiğince aynı şeyi kendi çıkarları adına yapmaya çalıştıkları da herkesin malumu.

Ne var ki şimdi meseleye mazlum milletlerin emperyalist güçlere karşı mücadelelerinden bağımsız olarak bakarsak, her iki tarafta da ekonomik ve toplumsal gelişme yarışında kazananların neden kazandığını ve kaybedenlerin neden kaybettiğini anlamaya yönelik bir çabaya da ihtiyaç var herhalde.

Dolayısıyla “Venezuela ne yapsaydı bu duruma düşmezdi” sorusunun cevabını arayalım biraz…

YORUMLAR (49)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
49 Yorum