Siyasette yirmi dört saat
Siyasette yirmi dört saat çok uzun bir süredir demişti rahmetli Demirel. Onun için belki de bir yıl sonra yapılacak bir seçimin sonucunu bugünkü şartlara bakarak öngörebilmek kolay değil. Gerçi iktidar açısından durumun güllük gülistanlık olmadığı belli. Mevcut durumda gireceği bir seçimde başarılı olma şansının çok az olduğunu herkes görüyor. Bilhassa ekonomi kötü yönetimin aynalı vitrini.
Muhtemelen Erdoğan da bunu görüyor olmalı. Öyleyse bu kadar siyasi tecrübeye sahip bir liderin “bile bile lades” demesini beklemek saflık olur. Mutlaka oyunu değiştirmeye yönelik bir hamle yapacaktır. En azından yapmak isteyecektir. Ya herru ya merru diyerek seçime gitmeyecektir. Kaç zamandır her fırsatta muhalefetin adayının kim olacağını sorup durduğu halde kendi adaylığını açıklamak için hiç acele etmeyişi bu anlamda bir siyasi temkinin gereği olmalıdır. Erdoğan kendisiyle ilgili oluşturulan imajın aksine son derece temkinli bir siyasetçidir. Uzun boylu tartıp biçmeden hiçbir ciddi konuda adım atmaz. Burada da öyle yapacağı muhakkaktır.
Görüldüğü kadarıyla muhalefet cenahında da Erdoğan’ın seçime doğru bazı kritik hamleler yapacağına dair bir beklenti var. Ancak onların tahmini daha ziyade AK Parti liderinin seçmen tabanını etkilemeye yönelik birtakım adımlar atacağı yönünde. Yani Erdoğan’ın seçime doğru bir yolunu bulup ekonomide kısa süreli/yalancı bir rahatlama sağlamayı veya dini ve milli hisleri ayağa kaldıracak bir şeyler yapmayı planladığını düşünüyorlar. Erdoğan kuşkusuz imkan bulursa bunları da yapmak isteyecektir. Ancak esas olarak şu anda muhalefetin ciddi bir hata yapmasını beklediği anlaşılıyor. Seçim gününe kadar siyasetteki kartların mutlaka yeniden karılacağını düşünüyor ve kendisine harekete geçme fırsatının verileceği o günü sabırla bekliyor.
Muhalefet bu fırsatı verir mi Erdoğan’a? Elbette isteyerek vermez. Ama bu cephenin çok parçalı yapısı ve siyasetin tabiatından ileri gelen birtakım riskler dolayısıyla hiç arzu edilmeyen gelişmeler çıkabilir önümüzdeki süreçte altı partili blokun karşısına.
Muhakkak ki bütün zorluklara rağmen altı liderin henüz seçim sathımailine dahi girilmeden bir araya gelebilmiş olması muhalefet cephesi açısından büyük bir başarı ve önemli bir avantaj. Masadaki uyum da öyle. Bu uyumun ve özel ajandalardan fedakarlık edilmesi pahasına takınılan işbirliği anlayışının sürdürülmesi iktidar cephesinin aradığı fırsatın ortaya çıkmasını engelleyebilir.
Bu durumda Erdoğan’ın A planını bir kenara atıp B planını uygulamaya girişmesi beklenmeli. Bahse konu bu B planının ise gerektiğinde kendi adaylığını paranteze almayı da kapsaması imkan ve ihtimal dışı görülmemeli.
Erdoğan bilahare kaldığı yerden siyasi mücadelesine devam etmek üzere parlamenter rejime geri dönüleceği güne kadar kendisine bir süre bekleme imkanı verecek bir formüle sarılabilir. Çünkü bu “hiç yoktan iyi” seçeneğidir.
Yine de bu yola girmesinin en büyük zorluğu mevcut ortaklarının -kendileri açısından ne anlama geleceğini bildikleri- böylesi bir adıma asla rıza göstermeyecek olmalarıdır. Bugünlerde iktidar cephesinde gözlenir hale gelen ve hatta bazı bakanların adının karıştığı Twitter sataşmalarına da yansıyan gruplaşmaların bir anlamı da budur. Ama siyasette zorunluklar imkansız gibi görünen seçenekleri mümkün hale getirebilir. Yakın tarihte çok örneğini gördük bunun. Kaldı ki siyasi ittifaklar tarafların karşılıklı çıkarlarının temini içindir, ilelebet sürdürülmesi gereken Katolik nikahı değildir.
Bu noktada muhalefet açısından tehlike, iktidar açısından fırsat anlamına gelebilecek iki senaryo varsayılabilir. Biri muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının seçilebilme garantisi taşıdığından yüzde yüz emin olunmadan belirlenmeye kalkışılması riski. Bu işin siyasi rüşvetle, dayatmayla veya oldubittiye getirilerek yapılmak istenmesi halinde seçimin tehlikeye atılması.
Bir diğer olumsuz senaryo ise muhalefet cephesinde altılı masadaki uyumun sürdürülmesini zorlaştıracak bir gerilimin oluşması.
“Geçen 20 yıl içinde AK Parti’ye oy vermiş olanlar bize oy vermesin, oldukları yerde kalsınlar” anlamına gelebilecek talihsiz tweeti saymazsanız, genellikle liderlerin bu konuda ellerinden gelen dikkati ve ihtimamı gösterdikleri söylenebilir. Ne var ki siyasi partiler liderlerinden ibaret değil. Bilhassa ana muhalefet partisinin geniş bir “doğal çevresi” var. Bu çevrelerde bazen kraldan fazla kralcılık taslayan birileri parti yönetiminin titizlikle izlediği stratejileri berhava edecek tutumlar takınabiliyorlar.
Adeta seçim şimdiden kazanılmış gibi bir rahatlık içinde iktidarla birlikte ittifak ortakları da bertaraf edilecek hedefler haline getirilebiliyor. Seçimi kazanmanın yüzde elli oranında oy almayı gerektirdiği bile unutuluyor ve parmak hesabıyla “aritmetik analizler” yapılıyor… “Bunların ne kadar oyları var ki iktidara ortak olacaklar” itirazı yüksek sesle dillendiriliyor.
Dahası muhalefet blokunda yer alan diğer partilere yönelik küçümseyici ve dışlayıcı tutumlar bazen CHP medyasında da kendilerine yer bulabiliyorlar.
“Bizim bunlara ihtiyacımız yok, onların bize ihtiyacı var” diyerek sergilenen bu şımarıklık raddesindeki yaklaşımları besleyen sağlıksız haletiruhiye daha fazla büyümeden yatıştırılamazsa hem yeni yeni inşa edilmeye başlanan ittifak hem de gelecek seçimin sonucu riske edilebilir.
Geçenlerde yine burada dile getirmeye çalıştığım uyarıyı tekrarlamak isterim: Oy oranı son yıllarda hiçbir zaman yüzde 25’in üstüne çıkamamış olan CHP’nin yüzde 50+1 oy almayı gerektiren bir seçim için “sağ partilerle” ittifak ve işbirliği içinde olmasını içine sindiremeyenlerin yapmaları gereken şey partilerinin oyunu yükseltecek yeni bir siyaset yolu bulmak olmalı. Bunu yapmayıp Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının bulduğu çözüm yolunu berhava etmeye uğraşmak ne partilerine ne de kendilerine fayda getirir.