Savaşa girmeseydik edebiyatının kaynakları
Ne de olsa “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” bizim toplumumuzda yaygın görülen bir özellik. Zaten bizde bu süreci maddi şartlar çerçevesinde ve analitik olarak ele alıp yorumlayan eserlerin sayısı çok değil. Olanlara da rağbet gösterildiği söylenemez.
Diğer yandan, tarihi hadiseleri anlatırken başvurulan hamasî yaklaşımları kastederek “Türk’e Türk propagandası”ndan şikâyet edip duruyoruz. Ama bir de “Türk’e anti-Türk propagandası”nın örnekleri var bolca. Bir örnek… İngiliz popüler tarih yazarı Peter Hopkirk’ün İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun isimli eseri Dünya Savaşının çıkış sebeplerini İngiliz çıkarları açısından ele aldığı ve oldukça tarafgir değerlendirmeler içerdiği aşikâr olduğu halde Türkiye’de defalarca yayınlanmış ve çokça okunmuş bir kitap. Muhtemelen okuyanlar üzerinde etkisi de olmuştur. Yazara sorarsanız Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sadece Alman ve Osmanlı yöneticilerinin çılgınca ihtiraslarının ve İngiliz İmparatorluğuna zarar verme arzularının neticesidir.
Garip ama Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin yaklaşımlarda İngilizlerin savaş dönemi propagandasının bile izleri var. Zira savaşın acı sonucu itibarıyla bir günah keçisi bulmak gerektiğinden o dönemde devleti yöneten kadroların macera peşinde ülkeyi bu badireye yuvarladıklarına ilişkin malum propagandaya sarılmak en kolay çözümdü. İkincisi, savaş sonrasında oluşan yeni rejimin de kendi meşruiyetini ve özellikle o dönemde ister istemez benimsemek durumunda olduğu dış politikanın meşruiyetini ancak eski rejimin dış politikasının ülke için felakete yol açmış olduğu argümanına dayandırma ihtiyacı, İngiliz savaş propagandasının ürettiği bir anlatının bir tür resmi tarih görüşüne dönüşmesine yol açtı. Diğer yandan İkinci Meşrutiyet rejiminin de temel unsurlarından olan İslamcı gelenek Cumhuriyet döneminden sonra bir transformasyon geçirerek -başından beri Abdülhamit rejimi taraftarı olan Nakşibendi çizgisinin ağırlık kazanmasının da etkisiyle- İttihatçı karşıtı bir tarih anlatısını benimser hale geldi.
“Abdülhamit İslamcılığı” dediğim bu yeni sürümün mensupları İngiliz savaş propagandasının Britanya sömürgelerindeki Müslüman ahaliyi Osmanlı aleyhine çevirmek ve hatta buralardan Müslüman askerleri Çanakkale önlerine getirebilmek için kullandığı “Yahudi, dönme, mason İttihatçılar”ın devleti ele geçirip içeriden yıktıkları şeklindeki anlatıyı da benimsediler. Neticede hem Kemalistler hem de İslamcılar ve hatta yakın zamanda güç ve etkinlik kazanan liberal aydınlar aynı safta buluşarak aynı tarih anlatısını çoğaltmaya giriştiler. Buna göre Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasıyla sonuçlanan büyük savaşa hiç gerekmediği halde Almanların zoruyla ve Alman hayranı İttihatçı liderlerin macera hevesleri uğruna girmiştik. Savaşa girmemiş olsaydık veya hiç değilse savaşta İngilizlerin safında yer almış olsaydık başımıza bu felaketler gelmeyecekti.
Bu yaklaşım hem resmi tarihin hem de gayrı resmi muhalif tarih anlatısının temel dinamiğini oluşturduğu için Cihan Harbi’nin bizim açımızdan taşıdığı anlamı ortaya çıkarma derdinde olan objektif çalışmalar dikkat çekmiyor. İdeolojik kampımızın resmî tarih ezberleriyle idare ediyoruz.
Bu konudaki tartışmalarda mesela Mustafa Aksakal’ın Princeton’da doktora tezi olarak hazırladığı “Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Devleti Son Savaşına Nasıl Girdi” başlıklı kitabından söz edildiğini duydunuz mu hiç?
Aksakal bütünüyle birincil kaynaklardan yani arşiv belgelerinden yola çıkarak yaptığı çalışmada Osmanlı’nın bir oldubitti ile savaşa katıldığı veya İttihatçıların Alman hayranı oldukları için ülkeyi sonu belirsiz bir maceraya sürükledikleri gibi iddiaları ikna edici bir şekilde çürütüyor. Bu dönem üzerine çalışan en saygın uzmanlardan Eric Jan Zürcher’e göre Aksakal kitabında “Jöntürklerin de yardakçı veya kumarbaz değil, ellerindeki en iyi kartı oynamaya çalışan rasyonel siyasetçiler olduğunu ortaya koyuyor.” Dönemin bir diğer itibarlı uzmanı Feroz Ahmad ise kitabın Türkçe baskısına yazdığı sunuş yazısında “Mustafa Aksakal, ikincil kaynaklara, hatıratlara dayanan ve Enver Paşa’yı suçlayan bu savları çürütüyor” demektedir. Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olmamızı hazırlayan şartları ve gerekçeleri ezberlerden bağımsız biçimde anlayıp yorumlamak isteyenlerin her halükârda okumaları icap eden bu çalışma, konuya ilişkin başka çalışmalarda adından bahsedilmemesi mazur görülemeyecek önemde bir kaynak.
“Birinci Dünya savaşında Osmanlı devletinin ne işi vardı” sorusuna kendi aklıyla cevap bulmak isteyenler için Stanford J. Shaw’un -üç cilt olarak tasarladığı halde ömrünün ancak iki cildini yazmaya yettiği- “The Ottoman Empire in World War I” başlıklı eseri vazgeçilmez bir kaynaktır.
Büyük ölçüde arşiv belgelerine dayanan bu anıt eserin -“Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu / Savaşa Giriş” adıyla- Türkçeye çevrilmiş olan ilk cildinde Osmanlı devletinin Cihan Harbine katıldığı sırada ülkenin karşı karşıya olduğu siyasi, askeri, sosyolojik, ekonomik, demografik ve diplomatik şartlar gerçekçi ve objektif bir şekilde resmedilir. (Henüz dilimize çevrilmemiş olan ikinci cilt ise savaşın safahatı hakkındadır.)
Birinci Dünya Savaşı konusunu Osmanlı Devleti açısından inceleyen eserlerden söz edilirken es geçilmesi düşünülemeyecek bir çalışma da Stefanos Yerasimos’un “Milliyetler ve Sınırlar” isimli eseridir. Yerasimos üç bölümden oluşan eserinde sırasıyla Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu bölgelerinin aşağı yukarı aynı tarihlerden başlamak üzere Cihan Harbi’ne kadar yaşadıkları jeopolitik dönüşümleri uluslararası güçlerin bu coğrafyalar üzerindeki politikalarıyla bağlantılı olarak inceliyor. Bu çerçevede Cihan Harbi’nin sadece Almanlarla İngilizler arasındaki kavganın değil, aynı zamanda Almanya ve müttefiklerine karşı savaşan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kendi aralarındaki çıkar mücadelesinin de zemini olduğunu görmek için okunması elzem bir kitap Yerasimos’un Milliyetler ve Sınırlar’ı…
Aynı kapsamda bir diğer çalışma olarak da David Fromkin’in “Barışa Son Veren Barış” (A Peace to End All Peace) isimli eseri zikredilmeli. Aşağı yukarı aynı dönemde aynı coğrafyadaki aynı gelişmeleri benzer bir bakış açısıyla ve benzer kaynaklara dayalı olarak ele aldığını söyleyerek… Ne var ki Fromkin’in eserinin biraz daha İngiltere merkezli olduğunu veya hadiselerin Londra’dan bakıldığında görülen şekliyle ele alındığını hatırlatarak…
Londra’dan bakılarak yazılan bir diğer eser ise Niall Ferguson’ın başarılı çalışması The Pity of War. Yeni kuşak İngiliz(-Amerikan) tarihçilerinin en parlak temsilcisi olarak görülen ve özellikle finans tarihi alanındaki çalışmalarıyla sivrilen Ferguson bu kitabında savaşın (Avrupalı) taraflarını hangi etkenlerin bu cehenneme ittiğini araştırıp neticede, kimsenin kazanamadığı, bütün tarafların kaybettiği bir tablo çizer. Verdiği ayrıntılı bilgiler ve ilgi çekici analizlerine rağmen yazarın bakış açısı pek objektif bulunamayabilir. Eserlerinin çoğu dilimize de kazandırılmış olan Ferguson’ın Türkçe’ye henüz çevrilmemiş 672 sayfalık bu kitabının özetinin 1914: Why the World Went to War adıyla 56 sayfalık bir kitapçık olarak yayınlandığını da haber vereyim…
I. Dünya Savaşı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için çoğu yabancı dillerden tercüme edilen çok sayıda ansiklopedik nitelikte yayın var piyasada. Bu kapsamda Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi’nin yayınlarını da unutmamak lazım. Hatırat türündeki kitaplar da bu konudaki belli başlı bilgi kaynaklarımızdan elbette. Ne var ki özgün bir bakış açısıyla yani resmi veya gayri resmi ezberlerden uzak bir gözle ve yeni bir şey söylemek üzere kaleme alınmış eserlerin sayısı sınırlı maalesef.