Rejimi onarma programı
Türkiye’de artık iyice içinden çıkılmaz hale gelmiş olan sorunların kaynağı ne? Belirli bir tarihten itibaren yönetim usulünün kişi merkezli bir karaktere bürünmesi.
Oysa yüzlerce yıllık tecrübeyle biliyoruz: Devlet kurumlar aracılığıyla yönetilir. Kişi merkezli bir yönetim tarzı ise kurumların ve kuralların hakimiyetiyle bir arada olamıyor. Onun için Türk tipi başkanlık sisteminin tesisinden sonraki geçen yıllar boyunca tedrici olarak kurumlar etkisizleştirildi, yetkileri tırpanlandı, güçleri ellerinden alındı.
Devlette denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıran, kuvvetler ayrılığı prensibine son veren, iktidarı kişiselleştiren, meclisi göstermelik hale getiren bu yönetim modelinin geçen dört yıl içinde ortaya çıkardığı tablo ortada.
Anayasal olarak bağımsız bir kurum olan/olması gereken Merkez Bankası eliyle yürütülen faiz politikasının sonuçları tek başına her şeyi izah ediyor. Bilimi, tecrübeyi, rasyonaliteyi, sağduyuyu bir kenara iterek devletin yönetilemeyeceğini ayrıca anlatmaya gerek yok.
Ehliyet ve liyakate değil itaat ve sadakate göre şekillenen bir kadronun yönettiği devlet makinasının nasıl bir ürün vermesini bekliyordunuz ki?
***
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla kodlanan ve “Türk tipi başkanlık rejimi” diye sunulan yönetim modeline niçin ihtiyaç duyulduğu ayrı bir konu ama bunun da kurumsal değil kişisel bir ihtiyaçla ilgili olduğu belli.
Şahsen yönetme modeli zaten daha önce fiilen başlamıştı; Bahçeli “Artık bunun adını koyalım” dediği için bir referandumla anayasaya dahil edildi. Aslında “Eski AK Parti”nin yerini “Yeni AK Parti”ye bırakmaya başladığı 2010’lu yıllardan itibaren önce parti yönetiminin, sonra da devlet yönetiminin yavaş yavaş merkezileştiği ve giderek şahsileştiği malum.
2014’de doğrudan halkın oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olarak Erdoğan seleflerinin kullanmadığı yetkileri de sahip olduğu siyasi gücün desteğiyle alabildiğine kullanmaya başlamıştı. Derken 2017 referandumuyla dışarıdan fiilen yönetmeye devam ettiği partisinin başına resmen geri döndü ve hemen ardından yeni sistemin ilk “Başkan”ı oldu.
Başkanlık sistemi referandumuna gidilirken AK Parti sözcüleri bundan sonra kurumların daha hızlı çalışacağını, bürokrasinin azalacağını, ekonominin şahlanacağını vs. vs. ileri sürmüşlerdi, hatta “16 Nisan’dan sonra dünyanın onuncu büyük ekonomisi olacağız” demişlerdi. Ne yazık ki kişiye özel hazırlanan ve devlette kurumların yerini şahıslara veren bu model değişikliğinin sonucu vaat edilenlerin tam tersi oldu.
****
Türkiye artık bir yol ayrımında. Önümüzdeki yıl yapılacak seçimin konusu “Ülkeyi falanca mı yönetsin filanca mı yönetsin” tercihi olmamalı. Geçen süreç boyunca hep şunu söyledik: siyasi muhalefetin yapması gereken öncelikli iş bugünkü enkazı kaldırıp her bakımdan tahrip olmuş devlet makinasını nasıl onarıp yeniden işleteceklerine dair millete güven verecek bir ortak program ortaya koymaktır.
Hatta 24 Haziran 2018 seçimi öncesinde bu sütunlarda muhalefet partilerini “yeniden parlamenter düzene dönüş vizyonu” ortaya koymadıkları için kıyasıya eleştirmiştim. Geçen sürede çok önemli gelişmeler oldu. Millet İttifakı genişleyip Altılı Masa’ya dönüştü. Bu birlikteliğin öncelikli mutabakat zemini olarak ise “yeniden parlamenter düzene dönüş” hedefi kamuoyuna duyuruldu.
İlerleyen süreçte bu iş birliği platformu bir siyasi ittifak bloku mahiyeti kazanırken, altı partinin hukukçu kurmaylarından oluşan bir komisyon sistemin restorasyonuna yönelik çalışmalarını ara vermeden sürdürdü ve parlamenter düzene geçiş programının esasları bir anayasa değişikliği paketi çerçevesinde tamamlandı.
Nihayet dün Ankara’da yapılan toplantıyla da hazırlanan programın kapsamı ve içeriği açıklandı. Böylece “Altılı Masa”nın tarihinde çok önemli bir aşama daha geride bırakılmış oldu.
Yazının başında “kurumlar” demiştim. Bu program yalnızca parlamenter düzene değil, “kurumsal yönetime dönüş” programı. Hazırlığı biraz uzun sürdü ama ortaya ümit verici bir tablo çıktı. Şimdi yapılması gereken bunu millete anlatmak.