Neden bin yıl sürmedi
Aradan 22 yıl geçmiş… Neredeyse çeyrek asır… Ama hükmü hepi topu üç beş sene sürdü. Bin yıl falan değil. Oysa 28 Şubat darbesinin yürütücüleri kendilerinden çok emindiler. Kurdukları sistemi demir yumrukla uzun zaman sürdürebileceklerini düşünüyorlardı. Peki, neden sürdüremediler?
Bir defa, hiçbir askeri darbenin sürdürülebilir olması mümkün değil. Üç sene de sürse otuz sene de sürse öyle. Çünkü devlet yönetiminin belirli esasları, kuralları var. En önemlisi kurumları var. Güvenlikle ilgili yetki ve görev sahibi olan bir kurumun söz gelimi ekonominin denetlenmesiyle ilgili görev ve yetki sahibi olan bir başka kurumun işine karışması ve bunun sürekli hale gelmesi devleti yönetilemez yapar. Yönetilemez duruma gelmiş bir devletin yönetiminde olmak da mantık gereği manasız bir iş olur. Daha basit ifade etmek gerekirse, darbeci generaller askeri birliklerini idare ettikleri şekilde devletin kurumlarını da idare edebileceklerini zannettikleri için duvara çarptılar kısa sürede. Devletin işleyişi için diğer kurumlarla işbirliği yapmak zorunda olunca otoriteleri de sınırlanmış oldu.
* * *
Diğer taraftan 28 Şubat darbesi “postmodern” sıfatıyla tarif edildi biliyorsunuz. Postmodernden kasıt eskisi gibi emir-komuta zinciri içinde tankları yürütüp yönetime el koyularak gerçekleştirilen bir darbe olmayışıydı bunun. Daha doğrusu, darbeciler “sivil” müttefiklerle ortaklaşa gerçekleştirdiler bu işi. Öncelikle “sivil toplum” temsilcileri olarak Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yöneticileri sahneye çıktılar. Demokrat kamuoyunun “beşli çete” adını taktığı bu grubun yanısıra “ana akım” medya organları ve iktidardaki Refah-Doğru Yol koalisyonunun siyasi muhalifleri de postmodern darbenin aktörleriydi. Dönemin cumhurbaşkanı merhum Demirel’in de kendi siyasi geçmişine yakışmayacak şekilde darbecilerden yana bir tutum sergilemesi sonucunda malum denklem kurulmuştu.
Yani Refahyol iktidarını elbirliğiyle deviren cunta aslında çok aktörlü veya çok ortaklı bir yapı durumundaydı. Dolayısıyla iktidarı ele geçirdikten sonra aralarında çıkar çatışmalarının ortaya çıkması kaçınılmazdı.
28 Şubat düzeninin neden bin yıl sürdürülemediğini açıklama sadedinde dile getirdiğimiz bütün bu gerekçelerin dışında en önemli sebep Türk toplumunun darbe yönetimini benimsemeyişiydi elbette. Kendi iradesiyle seçip yönetime getirdiği siyasi kadroların hangi bahaneyle olursa olsun herhangi bir kuvvet tarafından alaşağı edilmesini hoş karşılayacak bir toplum olabilir mi?
* * *
Ancak bizim toplumumuzun bir özelliği var ki 27 Mayıs’ta da, 12 Eylülde de, 28 Şubat’ta da hiç şaşmadan gösterdi bunu. Yönetime el koyan askere karşı sokağa çıkarak iradesine sahip çıkmasa bile önüne sandığın getirildiği ilk seçimde darbecilere tokadını vurdu. 27 Mayıs’tan sonra Demokrat Parti’nin devamı olarak görülen partiye oy vererek, 12 Eylül’den sonra darbecilerin kurdurup iktidara getirmek istediği partiye oy vermeyerek demokratik tepkisini gösterdi. 28 Şubat sonrasında benzer bir tablo gördük. Gerçi darbe sürecinden sonra kurulan ilk sandığın sonuçları biraz karmaşıktı. Çünkü Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği esnada hasbelkader başbakan olan merhum Ecevit’in partisi beklenmedik derecede yüksek bir oy almıştı. Bir yandan kimilerince 28 Şubat’a giden günlerde bazı mensupları darbecilerin değirmenine su taşıdığı için eleştirilen ve diğer yandan kimilerince de darbecilere karşı istenen sertlikte tepki göstermediği için suçlanan Refah Partisi’nin yerine kurulan Fazilet bir miktar oy kaybetmiş, buna mukabil darbecilere karşı “ürkek değil erkek” tavır göstereceğini vadeden MHP kendi tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşmıştı. Demek ki Türk toplumunun kendi iradesine saygısızlık yapanlardan sandıkta hesap sorma geleneği bir şekilde sürdürülmüştü.
Türkiye’deki darbeler ve halkın buna reaksiyon biçimleri derken 15 Temmuz’u anmamak olmaz… Bu çerçevede belki söylemeye gerek yok ki bugüne kadar karşılaştığımız en alçakça darbe yeltenişi olan 15 Temmuz’a karşı daha önce hiç olmadığı şekilde doğrudan sokağa çıkarak can pahasına gösterilen tepki Türk toplumunun demokratik olgunluk seviyesinin bir nişanesi olduğu kadar bu topraklarda benzeri bir girişimin yeniden hayat bulmasının imkansızlığını da gösterdi.