Meğer ne rasyonel milletmişiz!
Oysa yeni ekonomi kadrosunun iş başına geldiği günden bu yana çarşıda pazarda değişen bir şey yok. Ne hayat pahalılığında bir gerileme var ne de milli paranın satın alma gücünde artış. Hatta döviz kuru daha da yükseldi, ekstra vergiler geldi. Benzin 37 TL’yi buldu.
Bütün bunlara rağmen yeni ekonomi kadrosundan ümidimizi kesmedik. “Hiç olmazsa aklımızla alay etmiyorlar” diyoruz. Bu kadarı yetiyor. Toplum olarak ülkeyi yönetenlere artık “Gerçekçi ol canımı ye” diyecek hale geldik.
Peki, gerçekten rasyonaliteye aşık bir toplum muyuz biz? Her şeyi akıl süzgecinden geçirmek milli alışkanlığımız mı? Öyle olsaydı heterodoks ekonomi denilen safsataya seçim sandığında tepki göstermez miydik?
Safsata dedim diye kızmasın sakın Nebati Bey. Safsata mantık yanlışı demek. Eskilerin “kıyas-ı batıl” dedikleri şey. Bir öncülden sonuca giderken akıl yürütme sürecinde yapılan hata. Eski Atina’da Sofistler bunu bilinçli şekilde, yani tartışmada muhataplarını alt etme yöntemi olarak kullanırlarmış. Ama çoğumuz bilinçsiz yapıyoruz bu hataları.
Birçok türü var safsatanın. Adlandırma safsatası veya tanımlama safsatası bunlardan biri. Mesela “Benim yöntemim heterodokstur, öyleyse ortodoks yöntemlerin çözemediği sorunları çözecektir” diyen bir kişi safsata yapmaktadır. Zira heterodoks yöntemin tanımında ortodoks yöntemin çözemediği problemleri çözme kabiliyeti yoktur. Ayrıca ortodoks yöntemin problem çözemediği iddiası temelsizdir. Bu ikincisi de karalama safsatası oluyor. Çifte kavrulmuş mantık dışılık yani.
Bu arada başka bazı uygulamalar hakkında ileri sürülen yerli ve millidir gibi başka tanımlar da benzer problemler taşıyor mantık yönünden. Örnek vermeye gerek yok herhalde.
Hasılı kelam, hoşumuza giden ve hoşumuza gittiği için inandığımız her iddia mantıklı ve dolayısıyla doğru olmak zorunda değil.
Buradaki soru şu: Madem rasyonaliteye bu kadar önem veriyoruz toplum olarak, öyleyse neden irrasyonel politikalara aklın almayacağı derecede krediler verebiliyoruz?
Bu sorunun birkaç farklı cevabı, çünkü durumun birkaç yönden açıklaması, var. İlk akla gelen cevap şu tabii: Yeni ekonomi yönetiminin gerçekçi yaklaşımından ümide kapılan, seçimden sonra atılmaya başlanan adımları “İşte hasret kaldığımız rasyonel yaklaşım” diyerek alkışlayan kesim vaktiyle yerli ve milli diyerek sözüm ona heterodoks yöntemleri alkışlayan kesim olmayabilir.
Mamafih bu açıklama büyük ölçüde doğru görünüyor olsa da başka açıklamalara da ihtiyaç olduğunu kabul etmek zorundayız.
Bir defa belirli durumlarda görünür gerçekliğe gözünü kapatma eğilimi bizim toplumumuza özgü bir refleks değil. Toplumların rasyonalite ile ilişkisi her yerde aşağı yukarı aynı şekildedir. Çünkü insan böyle. Biz zeki ama rasyonel olmayan bir canlı türüyüz. Son kertede aklımızı kullanma becerimiz bizi başka canlıların önüne geçirmiş olsa da gerçekte aklımızı da yöneten ve yönlendiren duygularımızdır.
Bilim insanlarının konu hakkındaki araştırmalarının gösterdiği kadarıyla, insanın “hoşlanmadığı gerçeklerle” mücadelesinde devreye giren birden fazla otomatik mekanizma var.
Mesela, bu sütunda daha önce de sözünü ettiğim üzere, tutarlı kalma baskısı bunlardan biri: Herhangi bir konuda herhangi bir tercihte bulunduğumuzda bundan sonraki davranış ve tutumlarımızın bu önceki tercihe uygun olması zorunluğunu hissetmemiz.
Bir başka açıklama bilişsel çelişki -veya zihinsel uyumsuzluk- kuramından geliyor: Bir insan inançlarıyla davranışları arasında uyumsuzluk ortaya çıktığında iç dünyasını rahatsız eden bu uyumsuzluğu çözmek zorunluluğu duyar Prof. Leon Festinger’e göre.
İnsanın bu gerilimden kurtulmasının ise üç yolu olduğunu ileri sürüyor ünlü psikoloji bilgini: Ya davranışını ya gerçeklik algısını ya da değerlerini değiştirmek. Yani mesela ekonomiyi uçuracağına inandığı için oy verdiği partinin ekonomiyi batırdığını gören seçmen ya partisini terk edecek ya ekonominin battığını reddedecek ya da bunun kafa yormaya değecek kadar önemli olmadığına karar verip başka konulara yoğunlaşacak. Dördüncü bir yol yok.