Kurumlar devletinden şahıslar devletine

Devlet denilen sosyal organizasyon bilebildiğimiz kadarıyla aşağı yukarı beş altı bin senedir var dünya üzerinde. Yani pek yeni bir icat sayılmaz.

Bazı düşünürlere göre suç işleyenleri cezalandırmak için, bazılarına göre ise insanlar arasındaki kargaşa ve çatışmalara engel olmak için bir otorite ihtiyacından doğmuştur devlet kurumu. Başka bazı düşünürler ise devletin insan topluluklarının oluşmasıyla, yani toplumsal hayatın ortaya çıkışıyla birlikte kendiliğinden oluştuğu kanısındadırlar.

Altı bin yıl önce Mezopotamya’da kurulan ilk şehirlerden bu yana temel işlevi değişmeyen devletin birçok özelliği de aynı kaldı. Ancak bundan birkaç asır önce çok önemli bir özelliği tarihe karıştı: Yöneticilerin kişisel tutumlarına bağlı olarak işleyişi. Şahısların kontrolü altındaki kurumlar yerine kuralların ve kurumların kontrolü altındaki yöneticiler modeli öne çıktı.

Modern devlet denildiği zaman daha ziyade demokratik katılıma/temsile ve ortak kimliğe dayalı milli devlet kastedilir ama şahıslar yönetiminden kurumlar yönetimine geçiş de önemli özeliklerinden biri bu yeni siyasi organizasyon modelinin.

Batı Avrupa’da burjuvazi 16. yüzyıldan itibaren “yönetme hakkını taşıdığı kandan alan” asilzadelerin gücünü sınırlamak ve yönetimin daha rasyonel bir zemine kavuşmasını sağlamak için devlet idaresinin anayasaya ve diğer yasalara bağlanmasına, bu arada kurumların kendi tüzel kişilikleriyle yetki ve sorumluluk üstlenmesine destek olmuştu.

***

Osmanlı imparatorluğunda ise bu eğilim biraz daha geç bir tarihte, 18. yüzyılda ortaya çıktı. Bizde burjuvazi olmadığı için bürokrasi bu işe öncülük yaptı. Bilhassa 17. yüzyıldan itibaren sadrazam, şeyhülislam, kazasker, defterdar, beylerbeyi, ocak ağası gibi yüksek devlet görevlilerinin yönetim ve karar alma süreçlerinde yetkilerini valide sultan ile hasekiler başta olmak üzere nedimler, musahipler ve hatta dalkavuklar gibi saray mensuplarıyla paylaşmak zorunda kalmaları Saray’a karşı kurumların özerkliği mücadelesinin itici gücü oldu.

“Kadınlar saltanatı”nın resmen sona erdiği 1656’dan sonra sivil ve askeri bürokrasi -denebilirse- devlet yönetiminde alabildiğine özerk bir ağırlık kazandı. Ama yönetim yine de şahıslara bağlıydı. Sadaret merkezi Sadrazamın konağıydı. Sadrazam değişince Sadaret merkezi de değişiyordu. Onunla beraber Sadaret kadroları da tabii. Aynı durum bütün yöneticiler için geçerliydi. Kurumsal gelenek ve kurumsal tecrübe değil, hâlâ kişisel donanım ve birikim önemliydi.

Modern anlamda kurumsal yönetime geçiş uzunca bir zaman aldı. Daha sonraki Başbakanlık kurumunun nüvesini oluşturacak olan Babıali’nin kuruluşu yukarıdaki tarihten tam yüz yıl sonra, 1756’da gerçekleşti. Tanzimat’tan hemen önce, 1836’da Hariciye ve Dahiliye Nezâretleri, ardından da Maliye Nezâreti kuruldu.

O günden bu yana modern bir kurumlar devleti tecrübesine sahibiz. Gelgelelim, yakınlarda bu tecrübenin ve bu geleneğin köküne kibrit suyu döktük.

***

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla kodlanan ve “Türk tipi başkanlık rejimi” diye sunulan yeni yönetim modeli aslında en eski yönetim modelini geri getirdi.

İki asır önce şahıslar yönetiminden kurumlar yönetimine geçiş yolunda modern devlet revizyonunu gerçekleştirmiştik. Şimdi kurumlar yönetiminden tekrar şahıslar yönetimine döndük.

Bugünkü sistemin Cumhurbaşkanı Erdoğan için “hotkutür” (haute couture) tarzında tasarlanıp imal edilmiş olduğu malum. Ancak mesele yalnızca devlet başkanının yetkilerini mutlaklaştırıp kurumsal tecrübe ve iş bölümü geleneğini -ve bu arada modern devletin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığı prensibini- terk ederek şahsi yönetim modeline (otokrasi) geçmiş olmamızdan ibaret değil.

Çünkü otokratik idareler yalnızca en üst makamı değil diğer devlet kadrolarını da kişiselleştiriliyor. Liyakatin yerini sadakat prensibinin almasının doğal sonucu olarak bürokrasinin her köşesinde minik otokratlar meydana çıkıyor.

Dahası, birtakım yüksek devlet görevleri şahısların başarılarına emanet ediliyor. Belki biraz farklı bir örnek olabilir ama geçenlerde yaş haddini doldurduğu için emekli olması icap eden Genelkurmay Başkanı’nın görevini beş yıl daha uzatmaya yönelik düzenleme de kurumsallaşma meselesini hatırlatan bir girişim.

Bugün itibarıyla söz konusu görevi mevcut başkandan daha iyi yapacak biri bulunmuyor olabilir. Ona bir şey diyemem. Ancak, doğruysa bunun da hem ilgili kurum hem de devletimiz açısından ciddi bir zaafın ifadesi olduğu söylenmek durumunda. Çünkü burada kurumsallaşamamış veya kurumsal yeterliğini kaybetmiş bir idare var demek oluyor bu açıklama. Yani acı bir itiraf…

Ama bundan daha acı olanı, modern devlet yapısının inşası yolunda iki asırdır dönüp dolaşıp başladığımız yerin gerisine gitmiş olmamız.

YORUMLAR (64)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
64 Yorum