Kızgın demir nasıl soğur?
Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Erdoğan’ın yerel seçimler sonrasında yaptığı bir açıklamada “artık kızgın demiri soğutmalıyız” şeklindeki sözleri çok büyük ilgiyle karşılandı. Tahmin edilemeyecek kadar çok tartışıldı. Hakkında onlarca köşe yazısı yazıldı. Hatta dün “kızgın demir nasıl soğur” diye bir etiket açılmıştı sosyal medyada.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik menfur saldırının ardından kızgın demir tartışması daha da alevlendi. CHP liderinin o gün Erdoğan’ın çağrısına cevap vermeye hazırlandığı söylendi. İktidar partisinin grup başkanvekili meclisteki 23 Nisan oturumunda sözkonusu saldırının “kızgın demiri soğutalım” açıklamasının ardından yaşanmış olmasını “dikkat çekici” olarak niteledi.
Konunun polisiye tarafı, belki politik komplo teorilerine uygun bir malzemeye dönüşmesi başka bir boyut. Ancak gerek “kızgın demiri soğutmalıyız” gerekse “82 milyon hep birlikte Türkiye ittifakı olarak hareket etmeliyiz” sözlerinin toplumun çok geniş bir kesiminde yankı bulması çok önemli bir olgunun işareti sayılmalı: Toplumun beklentisi.
Hem AK Parti seçmenlerinin hem de muhalefet partilerine destek veren vatandaşların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir anlamda “yumuşama” vadeden sözlerini bu kadar ilgiye değer bulmaları iktidar partisi açısından işlevsel bir tutamak noktası olabilir. Bunca iktidar yıpranmasına, toplumdaki bunca kutuplaşmaya rağmen hâlâ toplumun geniş kesiminde yeşeren bir “beklenti”nin muhatabı olabilmesi çok değerli bir fırsat.
***
AK Parti’nin hem bugünü hem de geleceği adına çok değerli bir fırsat, hatta belki de “son fırsat” olabilir bu. Ama galiba bu saatten sonra “olabilir” yerine “olabilirdi” demek lazım. Zira özellikle Kılıçdaroğlu’nun maruz kaldığı saldırı karşısında takınılan tutum iktidar partisinin demiri soğutma doğrultusunda bir yola giremeyeceğini gösterdi.
Böyle bir yola girme cesaretini göstermekten geri durmasında muhtemelen müttefiki tarafından sert ifadelerle yapılan “Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır” açıklamasının da payı vardır. Yine muhtemelen parti içinde parti gibi çalışan bir zümrenin de ikna gücü etkili olmuştur. Ancak ne olursa olsun, toplumun genelinde uyanan ümitlerin kısa sürede karamsarlığa dönüşmesinden herkes zarar görecek. Burası muhakkak.
İlk önceleri parti tabanının konsolidasyonunu sağlamak uğruna başvurulan kutuplaştırıcı siyaset dili giderek bir siyasi hareketin toplumla ilişkisini kemiren ve çürüten bir canavara dönüşmüş durumda. Tıpkı kendi yarattığı canavarın karşısında aciz kalan Doktor Frankenstein gibi…
AK Parti’yi yönetenlerin bu durumun farkında olmaması mümkün mü? Elbette farkındalar. En azından Erdoğan farkında ki kavga dövüş geçirilen bir seçim sürecinin sona erişini bir çıkış yolu bulma fırsatı olarak değerlendirmek üzere ve belki el yordamıyla bir çıkış yaptı. Ancak iktidar tablosu son zamanlarda o kadar girift bir hal kazandı ki “kızgın demir” metaforunun temsil ettiği uzlaşmanın veya normalleşmenin ortadan kaldıracağı ilişkileri ve çıkarları riske atmak istemeyenlerin de hesaba katılması gerekiyor.
***
Diğer yandan, yerel seçim sonuçlarına gösterilen tepkinin de partinin kendi tabanında bile sevimli bulunmadığı gerçeği var. Parti medyasının veya internet trollerinin heyecanlandırabildiği dar bir fanatik kitlenin tepkileriyle bunu karıştırmamak gerektiği ortada.
Nitekim Erdoğan seçimin hemen ardından “Başkanlığı CHP almış olsa da İstanbul ve Ankara belediyelerinde meclis çoğunluğu bizde, her istediklerini yapamazlar” diyerek parti tabanını sakinleştirmeye ve sonucu kabullenmeye yönelik bir tutum sergilemişti. Ama kısa süre içinde bundan vaz geçip seçim sonucunu kabul etmeme tavrını benimsemiş görünmesi, tıpkı kızgın demir çıkışının gerisini getirmekten imtina edişi gibi bir arayış ve bulamayış döngüsünün sonucu galiba.
Özellikle İstanbul’da seçimin tekrarlanmasının doğurabileceği risk çıplak gözle bile görünür durumdayken böyle bir riskin göze alınabilmesinin siyasi rasyonalite içinde izahı mümkün değil. İki çaresiz seçenekten birini tercih etme zorunluğu denebilir belki.
Bu arada şu da var: AK Parti’nin oy aldığı tabanın daralması önemli bir problem ama bundan daha önemli olan, hitap ettiği veya dilini konuşabildiği toplumsal kitlenin giderek daralmakta oluşu. Bir siyasi hareket için aslında en büyük risk budur.