İktidar probleminin başladığı yer
Farklı toplumlarda farklı kültürel değerler veya hayat anlayışları olduğu için her toplumun siyasetten veya siyasetçiden beklentilerinde de farklılıklar olabiliyor. Söz gelimi kimi toplumlarda otoriter liderler, kimilerinde teknokrat kadrolar, kimilerinde de paylaşımcı siyaset rağbet görüyor.
Toplumsal kültürlerin tasnifi denildiğinde uzunca zamandır ilk akla gelen isim Hollandalı sosyal psikolog Geert Hofstede. Uzun süre IBM firmasında görev yapmış Hofstede, bu çokuluslu şirketin farklı ülkelerdeki çalışanlarının iş görme tarzlarındaki farklılıklardan kaynaklanan problemleri teşhise ve bunlara çözüm bulmaya yönelik bir çalışma yürütmüş ve bu vesileyle sosyal psikoloji sahasının en kayda değer analiz modellerinden birini oluşturmuş. Her ne kadar işletme yönetimi tabanlı olarak başlamış olsa da ampirik bölümü dünyanın dört bir yanındaki 72 ayrı ülkede gerçekleştirilen ve bugün de güncellenmesine devam edilen bu çalışmanın siyaset sosyolojisi bakımından da çok önemli veriler sunduğu muhakkak.
Bu çerçevede özetle diyor ki Hofstede: Bireylerin güçle veya iktidarla ilişkilerinin niteliğini ve tarzını belirleyen toplumsal faktörler var. Bunların farklı kültürlerdeki değişen ağırlıkları o kültürlerin özgün doğasını belirliyor.
Altı ayrı parametre ile değerlendiriyor toplumların karakter özelliklerini Hofstede ve bunlara kültürel yapının boyutları diyor. İlki “iktidar mesafesi” boyutu. Toplumdaki eşitsizlik olgusunun tolere edilme derecesi diyebiliriz. Mesafenin açık olduğu toplumlarda hiyerarşi ve itaat önemlidir, eşitsizlik kabullenilmiştir. Mesafe kapandıkça eşitlik talebi artar, müzakere kültürü ve uzlaşma öne çıkar.
Bu kategoride Malezya’nın puanı 103. Yani iktidar mesafesinin en açık olduğu ülke. Buna mukabil Avusturya’nın puanı yalnızca 11. Almanya 35, ABD 40. Çalışmaya dahil edilen altı Arap ülkesinin, altısının da aynı olmak üzere, puanı ise 80. Türkiye 66 puan almış bu kategoride ve Hofstede’ye göre bunun anlamı bağımlı, hiyerarşik, amirlerin çoğunlukla erişilemez olduğu, ideal patronun baba figüründe düşünüldüğü bir toplum. Burada güç merkezî niteliktedir, yöneticilerin gözü patronlarında ve kurallardadır (yani pek inisiyatif kullanamazlar). Çalışanlar da ne yapmaları gerektiğinin kendilerine söylenmesini beklerler. Kontrol altında olmayı normal görürler ve yöneticileriyle ilişkileri resmîdir. İletişim dolaylı ve bilgi akışı seçicidir (yani işle ilgili bilgiler işyerindeki herkesle paylaşılmaz). Çalışma ortamında görülen bu özellikler aile hayatında da aynen geçerlidir. Baba aile üyelerinin kendisine sorgusuz itaat ettikleri bir şeyh gibidir.
* * *
İkinci boyut bireycilik-kolektivizm boyutu. Bireyciliğin yüksek olduğu toplumlarda grup üyeleri kendi isteklerini gerçekleştirme yönünde bağımsız hareket etmeye meyillidirler. Kolektivizmin baskın olduğu kültürlerde ise grup çıkarları öne çıkar, ben değil biz diye düşünülür. Bu kategoride 37 puan almış olan Türkiye Hofstede’ye göre kolektivist bir toplum. Yani, “biz”in önemli olduğu, insanların aidiyet duydukları gruplara (aile, aşiret veya örgüt) gösterdikleri sadakat karşılığında himaye ve yardım gördükleri, iletişimin dolaylı gerçekleştiği, grup ahengini sürdürmenin zorunlu olduğu, açık ihtilaflardan kaçınıldığı bir toplum. Bir güven ilişkisinin tesisi için zaman gereklidir bu ülkede. Bir de nepotizm (akraba kayırmacılığı) daha sık görülebilir diyor Türkiye için Hofstende.
Hofstede’nin analiz modelinde toplumun eril-dişil karakteri üçüncü boyutu oluşturuyor. Eril (maskülen) karakter taşıyan toplumlarda hırs, rekabet, başarı odaklılık gibi eğilimler baskınken, dişil (feminen) karakter gösteren toplumlarda işbirliği, yardımlaşma ve hayat kalitesine odaklanma eğilimi öne çıkıyor. Türkiye burada, şaşıracaksınız belki ama, dişil karakterli görünüyor.
Hofstede buradan Türk toplumunda başkalarına karşı dürüst olmak, uzlaşma ve mazlumlara sahip çıkmak gibi kültürün daha müşfik yönlerine değer verilip teşvik edildiği sonucunu çıkarıyor. Türkiye’de gerek iş gerekse aile hayatında çatışmaların aleni olmasından kaçınıldığını ve nihai uzlaşmanın önemli olduğunu belirtiyor. Türkler için tatillerin önemli olduğunu, bu zamanlarda bütün aile, sülale ve arkadaşların bir araya gelip eğlendiklerini söylüyor. Bu arada statü teşhirinin de olduğunu, ama bunun yüksek iktidar mesafesi puanından kaynaklandığını ekliyor.
Yerimiz sınırlı olduğu için çalışmanın diğer kısımlarına ilişkin verileri paylaşma imkânımız yok. Zaten asıl amacımız farklı kültürel özelliklere sahip toplumların belirli konulardaki tutumlarını belirleyen dinamiklere -ve bu alandaki bilimsel çabalara- dikkat çekmekten ibaret. Fırsat olursa ve talep görürse belki benzer çalışmalara ve farklı araştırma ve analiz modellerine de değiniriz ileride.
* * *
Arzu edenler https://www.hofstede-insights.com adresindeki internet sitesinde sözkonusu araştırmanın bütün ayrıntılarını okuyabilirler. Yukarıda yer verdiğim Hofstede’ye ait yorum ve analizleri de buradan -çok az yerde özetleyerek- çevirdim.