Hamasetin kullanım süresi ve Ermeni meselesi
Özdemir Asaf’ın herkesçe bilinen dizeleri basit bir gerçeğin ifadesi: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler.” Benzer şekilde Türkiye’de de otokrasi ile birlikte kurumların devre dışı kalması, liyakatın yerini sadakatin alması, siyasi çıkarların milli çıkarların önüne geçmesi sonucunda her alanda bozulma ve kirlenme var. Ama insanlar en çok beyazın kirlendiğini fark ettikleri gibi kötü yönetimin de en fazla ekonomideki yansımasını görüyorlar. Söz gelimi eğitim, sağlık, tarım vs gibi alanlardaki politikasızlığın sonuçları doğrudan anlaşılmıyor.
Dış politika da öyle. Milli çıkarların korunmasını amaç edinmesi gereken dış politika makinası bunun yerine başka amaçlarla manipüle edildiği ve özellikle iç politikaya meze yapıldığı için hem bugünün hem de yarınların kaybı söz konusu burada. Ne var ki dış politikanın iç politikada kullanılması demek milli duygularımızın okşanması demek. Onun için bu alanda yapılan yanlışlara itiraz etmek pazardaki manavdaki ürünlere gelen zamlara veya elektrik ve doğalgaz faturalarına isyan etmek kadar kolay değil.
Ama hamasetin de bir kullanım süresi var. Biliyorsunuz, bizim hükümet İsrail, BAE, Mısır gibi ülkeler konusunda geçmişte sürdürdüğü politikaların yanlış olduğunu bir anda kabul etti. Bu politikaların geçen 10 yıl boyunca milli çıkarlarımız verdiği zararları ne uğruna sineye çektiğimiz ise meçhul kaldı.
Geçtiğimiz yılların dış politikasında -şimdi düzeltmek için uğraştığımız- hasarlı bölümlerden biri Washington ile ilişkilerdi. Patriot, S400, Halkbank, FETÖ ve Rahip Brunson konılarını kapsayan hasar dosyasına geçen yıl Biden’ın yaptığı soykırım açıklaması da dahil oldu.
Uluslararası Ermeni hareketinin 1915’te tehcirle yıkılan kanlı hayallerinin intikamını almak için kurgulayıp yüz yıldır ısrarla ve sabırla propagandasını yaptıkları ve neredeyse bütün dünyaya kabul ettirdikleri soykırım anlatısı ilk defa bir Amerikan Başkanı tarafından telaffuz edildi. Biden’ın bu yıl da tekrarladığı iftiraya bizim Dışişleri adet yerini bulsun kabilinden bir cevap verdi ve konu kapandı! Gerçi kamuoyunda tepkiler eksik değil ama Biden’ın daha önce hiçbir selefinin yapamadığını yapabilme cesareti ve fırsatı bulmasının sebebini sorguluyor muyuz?
***
Aşağıdaki satırlar geçen yılın 24 Nisan’ından önce bu sütunda çıkmış “uyarı” yazısından: Rusya devlet başkanı Putin’in kendisine katil diyen ABD başkanına ‘hasta’ imasıyla verdiği cevabı bizim cumhurbaşkanının beğenip alenen takdir etmesi de gösteriyor ki Beyaz Saray’la yaşanan ihtilaf bir hayli ciddi. Buna karşılık gerek ABD medyasındaki yorumlar gerekse Amerikalı siyasetçilerin açıklamalarındaki doz ve üslup değişikliği hayra alamet olmayabilir. Özellikle ABD’nin yeni başkanıyla Türk mevkidaşı arasında bugüne kadar bir telefon görüşmesinin bile gerçekleşmemiş olması kayda değer bir nokta. (...) ABD yönetimine Türkiye ile dostluğun vaz geçilmezliğini hatırlatıp bu değerli ittifak ilişkisini konjonktürel siyasi çekişmeler uğruna feda etmesinin doğurabileceği sonuçları anlatacak birilerinin devreye girmesi lazım. Bunu yapacak başka “dost bir ülke” de bugünkü şartlarda söz konusu olmadığına göre iş başa düşüyor. İktidar ve muhalefet partilerinin en üst düzeyde bir araya gelip -gerekirse Washington’a “çok partili” bir heyet göndererek- konunun parti meselesi olmadığını, milletin bütününün hassasiyetini en derinden celp ettiğini net bir şekilde ifade etmeleri ve yapılabilecek bir yanlışın sonuçları konusunda en sert ikazı karşı tarafa duyurmaları tek çare gibi görünüyor. İktidar böyle bir girişime sıcak bakmadığı takdirde muhalefet partilerinin kendi başlarına aynı mesajı vermek için inisiyatif almaları da bir vatanseverlik ve sorumluluk sınavı olacaktır.
Biden’ı 1915 olaylarını jenosit diye anan ilk Başkan olma hevesinden vaz geçiremezsek ne bunun Türk kamuoyunda doğuracağı tepkiyi iç siyasette kullanmaya kalkışmak veya “içe kapanma” aracı yapmak iktidar partilerinin ömrünü uzatır ne de olaya dışarıdan bakmak muhalefetin devralacağı enkazı hafifletir. Bunu da herkesin bilmesinde fayda var.
***
Aşağıdaki satırlar ise geçen yıl bugünlerde yazılmış bir yazıdan: Her 24 Nisan öncesinde görmeye alıştığımız rutin bu yıl tekrarlanmadı. Önceki yıllarda özellikle görev sürelerinin başında olan ABD başkanları ülkedeki güçlü Ermeni lobilerine verdikleri sözü tutma konusunda baskı altına alınırlardı. Bir yanda lobiler ve bir kısım Kongre üyeleri, diğer yanda Türk yetkililer ve iki ülke arasındaki ilişkilerin zarar görmesinden ABD çıkarları adına kaygı duyan Amerikan devlet kurumları Başkan’ı etkilemek için son güne kadar çaba gösterirlerdi. Anlaşıldığı kadarıyla bu yıl yalnızca bu ikinci grup çaba gösterdi. Türk tarafı nedense bu yıl bu konuda hiçbir adım atmadı. Bizden giden bir talep veya itiraz söz konusu olmadığı için Pentagon’daki veya State Department’daki “dost unsurlar” da (ne kadar kaldıysalar artık) harekete geçmediler. Bu yıl profesyonel bir lobi hizmeti almayı da düşünmediğimiz anlaşılıyor.
Ermeni örgütlerinin çok uzun yıllardır sabırla sürdürdükleri yoğun çalışmaların sonucunda ABD’deki eyaletlerin çoğunda 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen kararlar alındı gerçi ama Amerikan Başkanı’nın bu kelimeyi kullanmasının başkaca hukuki ve siyasi sonuçları da olabileceği öngörüldüğünden Türk devletinin ilgili kurumları bu ihtimale karşı hep tetikte oldular. Bugüne kadarki her girişim önce kurumlar arası diyalog ve son aşamada liderler seviyesinde “siyasi temas” yoluyla engellendi. Ne var ki Ankara bu 24 Nisan’da Amerikan Başkanı’nın 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlamasına engel olmak için bir girişimde bulunma ihtiyacı duymadı.
***
Bu sene de Biden aranmadı; aynı yanlışın tekrarlanmasına engel olmak üzere yeni bir girişim yapılmadı. Boşa kürek çekilmek istenmedi herhalde. Zaten ben burada art niyet veya komplo aramıyorum. Kötü yönetimin, kurumların dışlanmasının, sonu düşünülmeden ölçüsüzce atılan adımların doğal bir sonucu olarak dış politika makinamızın fonksiyonlarını kaybetmiş olmasıyla açıklıyorum içine düştüğümüz durumu. Bütün diğer alanlarda olduğu gibi…