Erdoğan ne vaat ediyor Kılıçdaroğlu ne vaat ediyor?
Artık resmen iki aday var karşımızda: Cumhur İttifakı adına Erdoğan ve Millet İttifakını temsilen Kılıçdaroğlu. İki adayın da eksileri ve artıları var. Ama öyle tuhaf ki bir yerden bakanların eksi diye gördüğünü başka yerden bakanlar artı olarak görüyorlar.
Her iki adayın da daha çok toplumsal kimlikleri, partilerinin temsil ettiği değerler, içinden geldikleri mahalle vs. bu artı ve eksileri üretiyor. Ne var ki hayatın gerçekleri var bir de… Bu noktada ise tarafların yönetme kabiliyetindeki artılar ve eksiler bakımından Erdoğan’ın 21 yıllık kesintisiz iktidarı ve bu sürecin son 10 yılındaki “tek başına ve şahsen” yönetme deneyimi ayrı bir referans sicili oluşturuyor.
Açıkçası, önümüzdeki seçimin iktidar açısından kritik hale gelmesinin de sebebi bu son 10 yıl içindeki yönetme deneyiminin yol açtığı sıkıntılar zaten.
Erdoğan geçen 10 yıl içinde önce kendi partisinde, sonra da ülke yönetiminde adım adım bir tek adam sistemi inşa etti. Aynı süreçte inşa edilen “Reis” kültüne dayandırılan bu aşırı merkeziyetçi yönetim modeli altında kurumları etkisizleşen devlet giderek yönetilemez hale geldi.
Bunun sonucunda ortaya çıkan sorunların üstünü örtmek üzere ise toplumdaki kültürel/ideolojik farklıkları keskinleştirmeye yönelik konsolidasyon siyaseti devreye sokuldu. Ülkenin gerçek ve somut problemlerinin çözümü için uğraşarak değil toplum kesimleri arasındaki kuşkuları ve güvensizliği kullanarak kendi seçmen tabanını yanında tutma siyaseti.
Bütün iktidar tek kişiden ve onun dar çevresinden ibaret olunca başka türlü bir siyaset de uygulanamaz zaten.
“Eski AK Parti”nin adım adım yeni bir partiye dönüştüğü bu süreç karşısında kurucu kadroların itirazı ve tabanın memnuniyetsizliği önce Davutoğlu etrafında Gelecek Partisi’nin, sonra Babacan liderliğinde DEVA Partisi’nin kuruluşuyla kilit niteliğinde bir muhalefet enerjisine dönüştü. Erdoğan iktidarının alternatifi olarak tek tek isimler yerine belirli ilkeler ve değerler öne çıkmış oldu. Bu da otokrasi karşıtı kesimlerle iş birliği ve hatta ittifak yolunu açtı.
***
Erdoğan’ın AK Parti’yi “Reis partisine”, ülke yönetimini otokrasiye dönüştürme yolunda geçirdiği son 10 yıl boyunca Kılıçdaroğlu ise bambaşka bir yolculuk gerçekleştirdi. CHP’nin başına geçtikten sonra liderlik koltuğunu güçlendirmek için yaptığı kadro tasfiyesiyle aynı zamanda partisini dönüşüme yöneltme imkânı verecek bir alan da kazandı. Bu dönemde mesela başörtüsü konusundaki politikası değişti partinin.
CHP siyasetindeki kanayan yara olan toplumun değerlerini karşısına alıp toplumla çatışma alışkanlığına elinden geldiğince son vermeye çalıştı. Tüm toplum kesimlerinin partisi olma hedefi yönünde Kılıçdaroğlu yönetiminin çabaları gözle görülür bir başarıya da ulaştı. 2019 belediye seçimleri bunun en önemli göstergesi oldu. Bu başarı sayesinde söz konusu politika değişikliğine karşı kendi partisindeki itirazları da zayıflattı. Çünkü bu başarıyı CHP’nin oylarını arttırarak değil fonksiyonel bir muhalefet bloğu inşa edip muhalif seçmenin kimi yerde aralarındaki ideolojik uçurumlara rağmen ortak hareket etmesini sağlayarak elde etti.
Nitekim Altılı Masa’nın teşekkülü de bu anlayış doğrultusunda ve altı liderin tek tek taşın altına ellerini koymalarıyla gerçekleşebildi.
Netice itibarıyla Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak “beş sağcı partinin” CHP liderinin ismi üzerinde uzlaşmış olmaları Kılıçdaroğlu’nun geçen 10 yıl içinde yürüdüğü yolun ulaştığı yerdir.
***
Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki farkın ne olduğunu bize ne vaat ettiklerine bakarak anlayacağız.
Hakikat şu ki bir siyasetçi, diliyle vaatlerde bulunduğu kadar eylemiyle, duruşuyla ve siciliyle de vaatlerde bulunur. “Söyledikleri” bir tarafa, son on yılda “yaptıkları” itibarıyla Erdoğan bize huzur vaat etmiyor, ağız tadı vaat etmiyor, kavgasız gürültüsüz bir ülke vaat etmiyor.
Ekonomide istikrar, refah, zenginlik vaat etmiyor. Rasyonel yönetim vaat etmiyor. Ehliyet ve liyakatin esas olduğu bir düzen vaat etmiyor. İstişare kültürünün, ortak akıl arayışının, çoğulculuğun hâkim olacağı bir rejim vaat etmiyor.
Daha fazla demokrasi, daha fazla düşünce özgürlüğü, farklılıklara daha fazla tolerans vaat etmiyor.
Yolsuzlukların olmayacağını, milletin parasının bir avuç haraminin cebine dolmayacağını vaat etmiyor.
Bundan sonra muhalif siyasetçilerin ve gazetecilerin sokak ortasında saldırıya uğramayacağını, mafyatik çetelerin memlekette artık at koşturmayacağını vaat etmiyor.
Adalet vaat etmiyor. Hukukun üstünlüğünü, kanun hakimiyetini vaat etmiyor. Bağımsız ve tarafsız bir yargı vaat etmiyor.
Dış politikada milli çıkarların içerideki tribün şovlarına kurban edilmeyeceğini vaat etmiyor.
Daha iyi eğitim vaat etmiyor. Daha verimli bir üniversite sistemi vaat etmiyor. Gençler için fırsat eşitliği vaat etmiyor. Çocuklarımız için mutlu bir gelecek vaat etmiyor.
Hatta yarın bir gün -Allah korusun- büyük bir deprem olsa bizi enkazın altından çıkarmayı, enkazdan çıkanlara ise çadır dağıtmayı bile vaat etmiyor maalesef…
***
Kılıçdaroğlu ve ortakları ise -hiç olmazsa- bütün bunları vaat ediyorlar. Bu hususta cevabı merak edilen soru şu: Millet İttifakı bileşenleri bu vaatlerini gerçekten de yerine getirebilecekler mi? Ayrıca hangi ölçüde ve ne kadar süre içinde yerine getirecekler?
Buna karşılık, Erdoğan’ın bir beş yıl daha iktidarda kalması halinde (daha) nelerle karşılaşacağımızı ise merak etmiyoruz. Biliyoruz.
Aralarındaki fark bu.