Cumhurbaşkanı komedyen, başbakan şarkıcı da olsa…
Ukrayna’da birkaç ay önce cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan “komedyen”in yeni kurduğu parti geçtiğimiz hafta sonu yapılan seçimde birinci oldu. Cumhurbaşkanının partisinin iktidara gelmek için bir “rock yıldızı”nın yine yakın zamanda kurduğu partiyle koalisyon yapması bekleniyor. Böylece belki ünlü şarkıcıya da başbakanlığın yolu açılmış olacak…
Bu tablo şov dünyasının siyaset sektörüyle ilişkisinin günümüz dünyasında ulaştığı noktayı göstermesi bakımından ilgi çekici. Şov dünyası derken, yalnızca sinemayı-televizyonu kastetmiyorum, bunlarla birlikte artık her şeyin “seyirlik” olmasını kastediyorum.
Bununla bağlantılı olarak popülizmin siyasetteki ağırlığının giderek artışı da ayrıca öne çıkan bir realite. İngiltere’de Boris Johnson gibi hem gazetecilik kariyeri hem de siyasi hayatı bütünüyle tartışmalı bir kişinin başbakanlık koltuğuna oturabilmesi, ABD’deki Trump örneğinden sonra fazla tuhaf gelmedi dünyaya belki ama yeryüzü ölçeğinde bir değişimin habercisi bütün bu olanlar.
Hasılıkelam, İngiltere popülist siyasetin elinde çıkmaza sokulan Brexit sürecini sahil-i selamete çıkarmak için popülist siyasetin en parlak temsilcisini iş başına getirdi. Şimdi böylesine ümitsiz bir durum karşısında Boris Johnson’ın şapkasından nasıl bir tavşan çıkaracağını bekliyor bütün dünya.
Ancak Ukrayna’daki durum o kadar kötü değil. Buradaki “kötü değil”den kasıt ülkenin temel problemleri konusunda izlenecek politikaların -İngiltere’ye göre- fazlaca bir belirsizlik taşımıyor olması… Ukrayna’nın iki temel meselesi var. İlki içerideki bürokrasinin ve siyasetçi kadrosunun dejenerasyonu ve bununla bağlantılı yolsuzluklar ve ekonomideki kötü yönetim. Komedyen cumhurbaşkanı ve şarkıcı başbakan bu zeminde halkın siyasete bir cevabı ve dahası çözüm yolu olarak çıktı ortaya. Buradaki konu yalnızca dünyamızın artık şov dünyasına dönüşmüş olması meselesinden ibaret değil yani… Ukrayna halkı ülkenin yönetici ve siyasetçi sınıfının yozlaşmasına karşı doğrudan müdahalede bulunuyor.
Ukrayna’nın ikinci en büyük meselesi komşusu Rusya’ya karşı bağımsızlığını ve birliğini muhafaza etmek zorunda olması. Zira Rusya öteden beri ülkenin doğu bölgelerinde etnik Rus nüfusun yoğunluğuna güvenerek “ya bağımsızlığından vaz geçersin ya da bölünürsün” tehdidi altında tutuyor Ukrayna’yı… 19. yüzyıldan beri demografisi yavaş yavaş değiştirilerek Ruslaştırılan, 1944’de son bir hamleyle Tatarlardan tamamen “arındırılan” ve Sovyet devrinde Ukrayna’ya bağlanmış olsa da nüfusun yalnızca yüzde 24’ünü Ukrainlerin oluşturduğu ve Perestroyka’dan sonra yurtlarına dönen Tatarların da ancak yüzde 12 oranında olduğu Kırım’daki durum bilhassa kritikti…
***
Aşağıdaki satırlar Şubat 2014 tarihli bir yazıdan:
“Ukrayna’da süregelen mücadelenin son raundunu Avrupa yanlısı güçler almış gibi görünüyor. Ama bu bizi aldatmasın. Bir defa buradaki mücadele son üç beş yılın meselesi değil, yüzlerce yıllık geçmişi olan karmaşık bir etno-kültürel ayrışma ve çatışma sürecinin küçük bir parçası yaşananlar. İkincisi bugünkü haliyle bile tıpkı bir satranç oyunu gibi karşılıklı hamlelerle yürüyen bir mücadele bu. Bir taraf hamle yapıp üstünlük sağlamış gibi göründüğünde ona karşılık diğer tarafın hamlesi hemen geliyor ve denge yeniden değişiyor. Yakın geçmişte hep öyle oldu. Bir Rus yanlıları, bir Avrupa yanlıları hamle yapıp öne geçtiler... Onun için nihai bir netice alınmış olduğunu düşünmemek gerekiyor. (…) Rusya iki seçenek dayatıyor Ukrayna’ya: Moskova yanlıların hükümette olduğu seçenek veya Avrupa yanlıların yönetimi ele geçirmeleri durumunda ülkenin bölünmesi seçeneği… Avrasyacı jeopolitiğin teorisyeni Aleksandr Dugin, Ukrayna’nın üniter yapısının parçalanmasını Rus milli çıkarları açısından elzem sayar. ‘Üniter Ukrayna’nın daha fazla yaşamını sürdürmesine izin verilemez’ diyen Dugin’e göre, çözüm bu ülkenin üç parçaya bölünmesidir. Üçüncü parça hangisi diyecek olursanız, Kırım. Buna bakarak, okuduğunu anlamaktan aciz bazı safderunlar vaktiyle ‘Türk dostu Dugin Kırım’ın bağımsızlığını istiyor’ diye sevindirdik yorumlar yapmışlardı...”
***
Bu satırların yazılmasından birkaç hafta sonra Kırım yarımadası fiilen Rus ordusunun işgali altına girdi ve Ukrayna’ya bağlı özerk Kırım Cumhuriyeti -1873’den sonra ikinci defa- Rusya’ya bağlandı.
Kırım’ın ilhakı karşısında uluslararası toplumun ve bilhassa NATO şemsiyesi altındaki Batı güvenlik ittifakının ses çıkarmaktan aciz kalışı dünyanın bundan sonraki düzeninde “güçlünün dediği olur/yapanın yanına kâr kalır” kuralının işleyeceğini göstermesi bakımından hayal kırıklığı oldu. Ancak Ukrayna açısından takdir edilmesi gereken husus hem Kırım’ın ilhakı karşısında siyasi ve hukuki mücadeleden vaz geçilmemesi hem de halihazırdaki ülke topraklarının bütünlüğünün korunması adına “milli bir politika”nın her şart altında sürdürülmesi…
Cumhurbaşkanı komedyen, başbakan şarkıcı da olsa…
Bu tutumun en dikkat çekici örneği de bu seçimlerde yaşandı… Rus işgali altında bulunan Kırım’daki Tatarların temsilcileri her biri ayrı birer partiden olmak üzere milletvekili adayı gösterildiler ve içlerinde Abdülcemil Kırımoğlu’nun da yer aldığı üç Tatar lider Ukrayna milletvekilliğine yeniden seçildiler. Seçime katılan ve her biri farklı siyasi renkte olan partilerin hemen hepsi -Rus yanlısı olan hariç- işgal altındaki Kırım’ın Tatar siyasetçilerine listelerinde yer verdi.
Ukrayna “Kırım Davası”ndan vaz geçemeyeceğini biliyor. Çünkü Dugin’in bahsettiği “üç parça”dan ikincisi de halen tehdit altında…