Bizim göçmen sorunumuz bize özgü

Fransa’da devam eden sokak eylemlerinin Türkiye’de de yaşanabileceğini ileri sürenler varmış. AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in açıklamasından ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu yöndeki sosyal medya paylaşımlarla ilgili soruşturma başlattığı haberinden öğrendik bunu.

Başsavcılıktan yapılan açıklamada “Son günlerde Fransa’da meydana gelen olaylar ile ilgili olarak benzer olayların ülkemizde yaşayan mülteciler açısından da olabileceği yönünde halkı kin ve düşmanlığa tahrik içeren, yanıltıcı, gerçek dışı ve yanlış algı oluşturarak kamu düzenini ve kamu barışını bozmaya yönelik provokatif ve manipülasyon içeren paylaşımlar…” ifadesi kullanılıyor.

AK Parti’li Ömer Çelik ise “Son günlerde bazı siyasetçi, gazeteci ve yorumcular, Fransa’da yaşanan son hadiseler üzerinden sığınmacıların Türkiye’de de benzer çatışmalara yol açabileceği iddiasını dile getiriyorlar. Türkiye’nin insani değerlere dayanan göç politikası ile Fransa’nın sömürgeci politikalarına ve ırkçı şiddete duyulan tepkiyi mukayese etmek, şuursuz ve kötü niyetli bir yaklaşımdır” diye bir tweet attı.

Hassas bir konu bu… Dolayısıyla hükümetin hassasiyetini anlamak gerekir. Mamafih ülkemizdeki sığınmacıların durumunun ileride birtakım asayiş problemlerine yol açabileceği kaygısını taşıyan herkesin kötü niyetli olduğunu varsaymak doğru mu?

Fransa’daki olayların arkasındaki sosyolojik faktörlerin Türkiye’deki göçmen meselesiyle benzerliği yok. Bu bir gerçek. Ama Türkiye’nin kendine ait bir göçmen meselesi olduğu da başka bir gerçek. Bu konunun “tabu”ya dönüştürülmesi çare değil. Üzerinde konuşup tartışıp ortak bir çözüm yoluna yönelmemiz lazım.

Daha önce de defalarca dile getirmeye çalıştım: Ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeli sığınmacıları Türk milleti bağrına bastı. Ne var ki aradan geçen zamanda bu insanların geleceğine ilişkin hiçbir vizyon ve hiçbir somut politika üretilmedi. Ülkedeki sığınmacılar konusunun bugüne kadar ciddi bir sosyal krize dönüşmemiş olması Türk toplumunun olgunluğu ve tarihi tecrübesi itibarıyla geliştirebildiği empatik yaklaşım sayesinde mümkün oldu. Ancak mesele bir devlet politikası çerçevesinde ele alınmayınca bazı toplum kesimlerinde doğal olarak oluşan huzursuzlukların kontrol edilebilmesi zorlaştı.

Suriyeliler haricinde ise, son birkaç yıl içinde Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden gelen dikkat çekici sayıdaki “18-30 yaş arası erkek” göçmen kitlelerinin durumu ise ayrıca izaha muhtaç bir mesele iken, konuyu ısrarla hükümet politikalarının dışındaki bir alana çekmeye çalışmak çok yanlış bir yaklaşım olur.

Elbette sığınmacılarla ilgili sıkıntılar öncelikle iş başındaki hükümetin sorumluluğu altında olan bir konu. Ancak muhalefetin bu konuda şimdiye kadar göstermiş olduğu yaklaşımın da tatmin edici ve topluma güven verici nitelikte olduğunu söylemek mümkün değil. Nitekim seçimde bunun neticesini gördük. İlk tura kadar adeta görmezden gelinen bir problemin ikinci tur öncesinde en abartılı şekilde ele alınması seçmende olumlu bir karşılık oluşturmadı.

Geniş seçmen kitlesinin muhalefet cephesinde gördüğü neydi: Bir yanda “muhalif” olma iddiasındaki bir kesimin ateşe benzin dökerek sosyal bir krize zemin hazırlamaya açık sorumsuzluğu, öbür yanda ise muhalefetin başka bir kesiminin böyle bir sorun yokmuş gibi davranması ve topluma bir çözüm vaadinde bulunmaktan imtina etmesi…

Yine her fırsatta şu hususu vurgulamaya çalışıyorum: Toplumda her geçen gün büyüyen göçmen hassasiyetinin sebebi ne göçmenlerin kendisi ne de bu ülke insanının değerleri. Asıl problem ülkedeki göçmen veya sığınmacı varlığına ilişkin olarak rasyonel ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmemiş olması.

Halihazırda nüfusunun yüzde onu civarında bir göçmen kitlesine sığınak olan Türkiye Avrupa’da “göçmen bakanlığı” bulunmayan az sayıda ülkeden biri. Bunun üzerine başka ne söylenebilir?

Birinci problem politikasızlık. İkinci problem ise bu politikasızlığın ideolojik tartışmalarla örtülmeye çalışılması.

Suriyeli sığınmacıların büyük bölümünün ülkede kalıcı olacağını “sokaktaki adam” da biliyor ve söylüyor. Bunu söylemek siyaset üretmek değil. Siyaset üretmek kalacaklar için de gidecekler için de program ve proje hazırlamakla olur.

Diğer yandan, Suriyeli sığınmacılar meselesinin ideolojik tartışma konusu yapılması, argümanların bilhassa ümmet, ensar, muhacir vs. kavramlarıyla ifade edilmeye çalışılması bazı kesimlerde farklı kaygılar uyandırıyor. Hükümetin bu kaygıları da giderecek adımlar atması, ekonomide olduğu gibi bu alanda da rasyonel siyaset diline geri dönmesi gerekiyor. Hamaset dili sorun çözmüyor.

YORUMLAR (127)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
127 Yorum